21 Temmuz 2024 Pazar

IRA=KARAKTER&BEŞER

1-M.Ö.270-350 Tsou YEN                   5 ELEMENT;Hava,Su, Toprak, Metal,Ateş                                         2-M.Ö.400 Emploktes 4 Element ;Hava Su, Toprak,Ateş ve Hipokrat ;Choleric,Sanguine,Phlegmatic,Melancholy                                            3-M.S.1013 İbni Sina İnsan vücudundaki sıvılardan etkilenir.Ve Demevi-Hava,Safravi- Ateş,Balgamı- Su,Soydavi -Toprak. 4-M.S.1921 C.Gustav JUNG Beyinsel bir vizyonla yaklaşır -Mantıksal,Duygusal,Sezgisel,Duyusal

20 Nisan 2024 Cumartesi

Heyhat!Allah var gam yok.        Rabbim sensin sığınağımız,                    Elbet var bir alacağımız,                          Ne olur haksızlık olmasın sancağımız,  Rızanı kazanmak için gayretimiz,          İki dünyada da olsun nasibimiz.                                           symn.Nisan2024 

29 Ocak 2024 Pazartesi

Ne Var- Ne Yok... Hiçlik!

 İnsan; İyiliği kadar taşlanır, Merhameti kadar dışlanır, Kulluğu kadar da sınanır... Yunus Emre                          

Gönül kapımızda hiçlik yatar, amma velakin;Bize bizi bizimle bildiren Rabbim, bizi sınar da sınar. Eyvallah, O'ndan gelen başımızla beraber...   Elbet bunda da bir hayır var!   symn- OCAK-2024

23 Haziran 2022 Perşembe

Dünden yarına= Elde kalan HAYAT


Gece ile gündüz gibidir hayatımız.Bugünümüzü yaşarken, hem geceden hem de gündüzden arta kalanlar, dünlerimiz ve yarınlarımızdır.Manevi ve Milli değerlere pozitif anlamda aidiyet duygumuz, hem bireysel hem de toplumsal  geleceğimizi belirler.Eğitimde etik ve manevi değerlere aidiyet ve bağlılık ise, bireysel ve toplumsal hedef yönelimli bir çabayı, hesapçı değil haspii ve harbi olmayı ve nasibi gerektirir.Hem ferdi hem milli hemde evrensel bakış ve duruş gerekli, erdemli, mutlu ve refah içinde yarınlara kavuşmak için.Bir aile ancak güven esaslı, birbirine samimiyetle inanmış üyeleri ile   ihya olur. Bu inancın olmadığı birimlerde içtenlikle tebessüm eden bir yüz görmek ise imkansızdır.Kader gayrete aşıkmış derler ya! Her zorluğun geçme süreci, göstereceğimiz ihtimam ve seçim  süreci ile ilintili.Hele bir çabalayalım, bak bakalım neler gönderiyor Yüce Rahman! Başkası gibi değil kendi olabilmenin anlamı ve katma değeri çok büyük.Vefanın, kadirşinastlık, iyilik için çaba, çalışkanlık ve üretkenliğin, her şeye, herkese rağmen dürüstlüğün, inancın olmadığı koşullarda aile bireyi  kendisini verimsiz hisseder, ayakları yere basamaz ve mutsuz olur.Kalan ömrünüz giden ömrünüzden daha hayırlı, daha duru ve mutlu geçsin, güzel yarınlarınızda, çabalarınızın ve gayretinizin ürünlerini toplayasınız sağlık ve afiyetle inşallah.  💐🤗 #Vizyon     symn. 2022

16 Ocak 2021 Cumartesi

PAN_DEMİ SARMALI

4.5 milyar yıl önce oluştuğu,  üzerinde canlı barındıran tek gezegen olduğu  söylenen kuruluşundan bu yana gerek fiziki, gerekse de içinde barındırdığı canlılarla etkileşimde sürekli farklı değişim ve dönüşümlere ev sahipliği yapan, Hey gidinin dünyası... Kendi geçirdiğin evrimlerin yanısıra, insanın, insanlığın birçok sonlarına, birçok başlangıçlarına  da ev sahipliği ettin sen.Ne bilmeceler, ne oyunlar, ne güzellikler, ne dehalar, ne canavarlar, ne entrikalar, ne buluşlar, ne acılar, ne sevinçler varoldu da bağrında, ses etmedin, sessiz, derinden izledin.İzlemeye de devam ediyorsun.E sen diye atfettik ama, tabiki dünyada, kainatta olan herşeyin yaradanın "OL" emriyle olduğunu ne dün unuttuk, ne de bugün ve yarın asla unutacak değiliz.Geçmiş orda dursun hele, gelelim biz bu güne, 2019 yılının 2. yarısından sonra tanışıp, 2020 yılının tamamını birlikte geçirdik, yıl oldu 2021 hala dünyamızı, bizi, terk etmedi  gitti bu "Pan-demi".Tüme varım açısı ile kelimeye baktığımızda bizi nasıl bir yolculuğa çıkarıyor bakalım. Pan demek:Bütün, tüm anlamının yanında , tabiri caizse yassı tavaya koyduğumuz sıvı gibi durmayan, yayılarak genişleyen bir yapı anlamının  yanında, Yunanlılara göre "Çobanların, Avciların, Bakıcıların Tanrısı", Romalılara göre kırların Tanrısı, Greklerde bütün evrene efendi kılmışlar, yarı insan yarı keçi  sanrılarını.Tüm bunların yanısıra, bizim Türkçemizde de başat olarak, sert eleştirinin yanında tavada pişirmek anlamı içerdiğini de söyleyebiliriz.Sıra geldi Pan-deminin DEMİ'sine. Türk Dil Kurumuna göre sözlük anlamı olarak: başörtüsü, yemeni, yazma, dizlik, değil mi, anlamının yanında, susuz kıraç tarla, e birde olmazsa olmazımız "Çayın DEMİ" var. 

Belli sınırlar içinde yayılım sağlayan salgına epidemi, sınırlardan taşınca, bütün dünya üzerinde ülkeler arasında yayılarak sürekli genişleyince, olmuş adı "PANDEMİ". Dünya bir tava olsa ne, kıraç toprak olsa ne...Alttan üste, üstten alta sürekli bir devinim,dönüşüm. "Ne için, nereden başladık, nereye geldik, nereye gidiyoruz?HA gayret! Yüce Rahman bilir elbet & Hamdımmm, Piş-timmm mi ???                                        SY/17 Ocak 2021

8 Ocak 2019 Salı




             EHL-İ HÂL
 Hüzün bizim topraklara ait bir duygu.....
 Bizim kültürümüz ağız dolusu gülmeyi kaldırmaz.
 Bu dünyada yaralanmış ruhları sarmış bedenlerle dolu etrafımız.
 Hâl ehliyiz, içselleştiririz.
 Kâl dili, hâlimizi anlatmaya yetmez.
"Yalnız hüznü vardır kalbi olanın" der ya şair.
 Yani kalb-i idrak gerektir hâl ehli olana.
 Hüzün önemli mesele vesselam...
 Sen gittiğin ve yittiğin ülkede ulaşamadığımsın  ey gönlüm.
 Kendi içinde gezinmek ister yürek bazen.
 İçinde gezmek gerektir de bazen kendinin.
 Gezip gezip yorulmak.
 Açık bir pencere arar insan, hayallerle gerçeklik arasında.
 Kalabalıklar arasında yalnızlığı da yaşayarak.
 Hayalde kalsa dünyaya yaban, gerçeğe dönse dünya yavan...
 Kalabalık içinde ıstırabım farklı, bireysel çektiklerim cabası.
 Bazen inziva, bazen tefekkür ama her zaman tevekkül.
 Kuşlarla sohbet edesim var, doğayla, dağla, denizle...
Hatta daha da cüretkârım Hak'la.
Hissiyatta onlar çok cömert, hem dingin, hem heyecanlı.
Ama insan, ah insan!
Hem beşer, hem karmaşık, bir o kadar atarlı ve hem de tenha...
Lakin hâl dili, yani sükuttur beşeri adam eden,
Manalar ve baştan ayağı söz olmuş bedenimizle,
Derûnumuzdakiler söz kalıbına, harf diline sığmaz.
Hâl geldikten sonra lafın ne gereği var?
Sükûtu bir dost dili haline getirebilsek.
Dil yeryüzü, gönül gökyüzü,
Daha çook konaklama gerektirir, 'gümüşten altına doğru,
Yeryüzünden varış gökyüzüne...'
Gümüşten altına evirilişte dil mi söze, söz mü dile emanet?
 Suret ehli olanlar  okuyup anlayamaz ki, hâl ehlini,
Kâl ile tebliğ istemez bu gönül,
HÂL İLE TEBLİĞ GEREKTİR.

                                                                                S.Y.OCAK/2019

 
  

10 Aralık 2018 Pazartesi

2023 EĞİTİM VİZYONU


 

Ülkemin “Kültür Taşıyıcıları” Saygıdeğer öğretmen arkadaşlarım;
          23 Ekim 2018 Eğitim Vizyonu tanıtım toplantısının ardından, tüm paydaşlarımızın malumu olması hasebi ile yapılandırmacı eğitim anlayışıyla, komple çabayı gerektiren bir “eğitim vizyonu” süreci içinde bulunmaktayız.21.yüzyıla yaraşır bir hız ve ivme  içerisinde, eğitim yönetiminin kalbi ve diğer süreçlerin ekseni olan bu iyileştirme kararının, elbette kontrollü ve başarılı bir şekilde tatbik ve takip gerektirdiği aşikardır. Bilginin taşıdığı değeri ve bireyin var olan deneyimlerini dikkate alarak, bireyin yaşama etkin katılımını, doğru karar vermesini, problem çözme becerilerini destekleyen ve geliştiren bir yaklaşım sergilememiz elzem. Gelişen ve değişen dünyada özellikle teknolojik anlamda yaşanan yenilik ve inovasyonlar, eğitimde de gözden uzak tutulamaz ve görmezden gelinemez. Başarılı insanların yaşadığı, bireysel mutluluğun ön plana çıktığı, gelişmiş bir Türkiye için nitelikli eğitim inovasyonunun bir an önce hayata geçirilmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Ancak, hayaller ve becerileriyle, insanı çevreden soyutlamadan, ötelemeden, bütün olarak değerlendirebileceğimiz bir varlık olarak bakmamızı gerektiren bu süreç, oldu bittiye getirilmeden sürekli iyileştirmeye açık bir şekilde hayata geçirilmeli.
         Bu doğrultuda  3 yıl içinde  3 aşamalı olarak hayata geçirilmesi planlanan ve tüm bakanlık ve okullar bazında, genel anlamda, topyekûn bir seferberliğin öngörülmekte olduğu “2023 Eğitim Vizyon Belgesi Felsefesi” 3 ayrı noktaya dikkat çekmektedir.
·       Eğitim Vizyonunda, insanın şahsiyet gelişimi ile ilgili olarak; akademik becerilerinin sağlanabilmesi için, “Çift Kanatlı Varlık” metaforu kullanılmıştır. Bu metaforla, “akademik becerilerle değerler eğitiminin ortak olarak” bireylere verilmesi sonucu, şahsiyetlerin geliştirilebileceği anlaşılmaktadır. Pratikten uzaklaştırılmış bir eğitim sisteminin de başarılı olamayacağı düşünülmektedir. Hem teorik, hem de pratik yönden çift yönlü olarak 21. y.y becerileri doğrultusunda harmanlanan verilerle, bireyin geliştirilebilmesi, içinde bulunduğumuz “Tekillik Çağı”’nın gereğidir.Bireye uygun eğitsel çalışmalarla pekiştirilen kalıcı öğrenmeler ve değerler eğitimini de içeren beceri eğitimleri ile hazır bulunuşluk düzeyinin geliştirilebileceği aşikardır. Hedef ve uygulamaların sistematikleştirilmesinin başarı için olmazsa olmaz olduğu noktası da,  temel felsefe olarak ele alınmaktadır.
·         II. Olarak Eğitim Vizyonunda; Her yönden gelişim için öncelikle, 'bireyin kendini keşfetmesine' olanak sağlayıcı bir eğitim yolunun izlenmesi zaruriyeti ele alınmıştır. Bu zorunluluk, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır? ”,diyen Türk İslam düşünürü ve tasavvuf şairi Yunus Emre’nin 13. y.y.’dan beri bilinen bu şiirini aklımıza getiriyor. Temel politika olarak eğitim sistemimizden,  öğrenciyi tanımaya yönelik eğitimlerle, ilgi ve istidatlarını ön plana çıkartıcı, veriye dayalı, başarının mutlak olduğu bir yol haritasına vurgu yapılıyor. Bu doğrultuda yapılacak çalışmalarda, öğrencilerin, zihinsel, psikolojik ve psikomotor v.b. becerilerinin geliştirilebilmesi noktasında, “mizaç temelli eğitim modeli” öngörülmektedir.
·         Vizyonun III. Dinamiği ise; ”Öğretmenlerin de öğrenmeye ihtiyacı vardır”, sözü ile özdeşleşen yönüdür. Bireyin yetenek ve yeterliliklerini ortaya çıkartmaya yönelik, yenilikçi öğretilerle ve eğitim yöntem ve teknikleriyle de desteklenecek, “Eğitim Vizyonunun” eğitim katalizörleri elbette ki öğretmenlerdir. Eğitimde nitelik önemli bir unsurdur. Eğitim camiasının çıktılarının insan olduğundan yola çıkarak; Yusuf Has HACİB muhteşem eseri Kutadgu Bilig'de “insanın asil olmasını sağlayan faktörler olarak, aklı, bilgiyi, fazileti ve dili ön planda tutan bir yaklaşım sergilemektedir. Akıllı, bilgili ve faziletli insanın kendisine uygun düşmeyen şeyleri yapmayacağını” belirtir. “Şahsiyeti ancak ve ancak yine bir şahsiyet inşa eder” yaklaşımı ile insanlık adına çalışan ve insanlara yararlı olan meslek gruplarının başında gelen eğitimci ve öğretmenlerin,  hem kendi ve hem de iştigal ettiği alan gereği, toplumu oluşturan tüm bireylerin lehine çalışmalar yapması kaçınılmazdır. Çünkü iyi ve doğru hareketlerin seçilip yapılması, bu meslek grubundaki şahsiyetlerin vasıtasıyla gerçekleşecektir.
 

         Ez Cümle; Biz eğitimin niteliği için kafa yoranlar,ülkemizin bekası ve insanımızı gelecekte mutlu, üretken bireyler olarak görebilme şiarımızla; etkili yönetişim, kısa devre yöntemi de denen çapraz yönetim ilkesi, işbirliği ve uzmanlaşma ilkelerini de uygulayarak  “2023 Eğitim Vizyonu”  içeriklerinin  idamesinde gelişim için ışık tutabiliriz... Şimdi daha çokkk, daha elzem, "küçük bedenlerdeki kocaman yüreklerin hayallerini inşa etmelerine izin vermeye",  21.y.y eğitim dinamikleri ile bezenmiş, çok hassas ve özenli ama bir o kadar da cesur yürekli adımlara ihtiyacımız var.                                                                                         

 
 
                                                                                                                                 S.Y./KASIM/2018
 

21 Kasım 2018 Çarşamba

Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onunda aslı ayrandır....


          Yusuf Has HACİB muhteşem eseri Kutadgu Bilig'de insanın asil olmasını sağlayan faktörler olarak; aklı, bilgiyi, fazileti ve dili  ön planda tutan bir yaklaşım   sergilemektedir.Akıllı, bilgili ve faziletli insanın kendisine uygun düşmeyen şeyleri yapmayacağını belirtir. Bir insanın asilliği bırakmaması ve bütün insanlara karşı daima insanlık göstermesi gerekir. İnsan, insanlara karşı, insanlık yaparak hayvan olmaklıktan kurtulabilir. İnsanlık adına çalışan ve insanlara yararlı olan insan insandır. O halde insan, hem kendi ve hem de insanların lehine çalışmalıdır. İnsanlık edene, insanlık göstermelidir. İnsana insanlığı nispetinde muamele edilmelidir.Vefalılık ve vefa göstermek, insanlığın şiarındandır. İnsanlar birbirlerine ancak insan olarak benzerler. İnsan, gece gibi karanlık bir eve benzer. Ancak bu insan için akıl, bir meşaledir ve onu aydınlatır. Çünkü insanı her türlü kötülüğü yapmaktan alıkoyacak olan şey, aklı ve aklı dolayısıyla elde ettiği bilgisidir.

         Bunun dışında insandan insana bir çok fark vardır. iki türlü insan vardır ki, bunlardan biri "bey", diğeri de âlimdir. Bu her iki insan da insanların en seçkini, en yükseği ve en başıdır. Bu insanların dışında kalanlar, bilgisi az veya hiç olmadığı için daima, tebaa sayılırlar. Burada "bey" den kasıt, kendisine "kut" gelmiş insandır. Kendisine "kut “gelmiş ve bahşedilmiş insan, kendisine "kut" gelmeyen ve bahşedilmeyen insandan her zaman ve her yerde üstündür ve değerlidir. Şayet insan, insan olup insan adını almak istiyorsa bunlardan birini seçmesi gerekir. Bu ikisinin dışındaki insanlardan insanın, her zaman ve her yerde uzak durması ve kaçınması gerekir. Çünkü "bey" kılıcı eline alıp, halkı itaat altında tutar, “âlim" ise kalemi eline alıp, insanları, iyi ve doğru yola götürecek bilgileri yazar, bu bilgilerle halkı aydınlatır ve böylece insanların iyi ve doğru yola girmelerine vesile olur. Dünyada iyi ve doğru düzenin kurulması, iyi ve doğru hareketlerin seçilip yapılması, bu insanlar vasıtasıyla gerçekleşecektir.

          İnsan-ı Kamil   tasavvufta insanın ulaşabileceği en üst makam olarak betimlenir. Allah’ın "onun duyan kulağı olurum, o benimle duyar; gören gözü olurum o benimle görür; eli olurum o benimle dokunur; ayağı olurum o benimle yürür; kalbi olurum o benimle anlar; söyleyen dili olurum o benimle konuşur, ne dilerse onu yerine getiririm, herhangi bir şeyden bana sığınırsa ben onu muhafaza ederim" dediği kişidir. Eşrefi mahlukata, yaratılmışların en hayırlısı olan insana, farklı bir açıdan bakacak olursak; bu âlemin yaratılma sebebi ‘İnsan-ı kamil' değil mi? O'na kulluk etmek için yaratıldığımıza göre, insan-ı kamil olma yolunda ceht göstermek de yaratılmanın amacına gerçek manada rücu' etmek değil midir?...

UNUTMADIM ÖĞRETMENİM......

            Parmak izi gibidir yaşamın anlamı, sadece kendine has ve kendine özgülük, özgünlük, özerklik gerektirir, otonomi barındırır. Her insan gibi öğretmenin yaşamının anlamı da, kendine özgü yaşam öyküsünde saklıdır….
         Eğer yaşam öykümüz “Denetim odaklı”-“Korku kültürü” içinde oluşmuşsa otoriteye yaranma ve kendinden aşağıdakileri denetleme tavrı doğal olarak baskın olacaktır. Eğer yaşam yolculuğumuz, “Gelişim odaklı”-“Saygı, sevgi, hakkaniyet, halden anlama, sorumluluk, işbirliği, dürüstlük, istikrar, özgünlük,  yenilikçilik, gibi değerler kültürü” içerisinde oluşmuşsa, mesleki açıdan öğretmenden, gücünün kaynağını oluşturan bu değerlerle hareket etmesi, öğrencisinin potansiyeline bu değerleri temel alarak bakması beklenir.
        Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmenleri de değişen ve yenilenen dünyada diğer mesleklerde olduğu gibi, dokunduğumuz ve de dokunacağımız hayatlar için; genelde gelecekten bugünü tasavvur edebilecek bilinç oluşturabilmek adına, özelde ise mesleki deformasyona uğramamak amacı ile bir yeniden doğuş süreci yaşamamız gereken günlerden geçiyoruz. Zamanla yarışılmayacağının, zamanla barışılacağının öğrenilip, öğretilmesini gerektiren bir eşikteyiz. Yaşadığımız bu yenilenme sürecine evrensel bir bakışla bakıp, eğitim yöntem ve tekniklerine, yeni teknolojilere yaban kalmadan evrilmemiz gereken süreç. Asimile olmadan yeni nesil öğrenmeyi öğretmeyi gerçekleştirebilmek adına, bizi besleyen aynı zamanda da, gelişmekten geri durduran, “Denetim Odaklı”, otoriteyi baz alan “korku kültürü”’nden, 18- 20.y.y öğretilerinden, eski  alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtularak yoğun bir mücadele ile iyileştirmeyi hedef alan, “Gelişim Odaklı değerler kültürü” ile gelişmek zorundayız. Geçmişimizde var olan bu değerleri, hasletleri ortaya çıkaran, ancak yine geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından  tam olarak yararlanabiliriz.
        Bilgi toplumuna geçiş yılları. Nesnelerin interneti 1991 yılında, Cambridge Üniversitesi’nde onlarca akademisyenin bulunduğu bir yerleşkede, herkesin kullanımına sunulmuş sadece 1 adet kahve makinesi bulunmaktaymış. Kahve makinesinin bulunduğu kattaki çalışanlar için olmasa da, diğer katlarda çalışan akademisyenler için, onlarca basamak merdiven çıkıp, kahve makinesinin içinin boş olduğunu görmek, büyük hüsran yaratıyormuş. Bunun üzerine, bir grup akademisyen dakikada 3 görüntü yakalayan ve bu görüntüleri bilgisayarlarına aktarmasını sağlayan bir sistem tasarlıyorlar. Böylelikle her akademisyen, kahve miktarını çevrimiçi ve gerçek zamanlı görerek, “Nesnelerin Interneti’”nin ilk temellerini atmıştır. Ardından gelen süreç “Hücresel Taşıma Sistemi” süreci ve daha sonra da “Otonom Etkileşim ve Sanallaştırma” süreçleri.2020 yıllarının Otonom- Etkileşim sürecinin eşiğindeyiz beşeriyet olarak.
         Benim mesleki yaşam skalamda da bu yenilenme sürecine geçiş dönemlerinden, yol ayrımlarımdan birisi olarak gördüğüm, etkilendiğim, bir hatıram var geçmişe dair. Yıllar önce… Yıl 1999.Aradan tam 19 yıl geçmiş. Ama bendeki, yüreğimdeki tazeliği kapanmamış, daha dün gibi buruk bir hüzünle anımsıyorum;
          Meslek hayatımda bilgisayarla ilk haşır neşir olduğum dönemler. “Halk Eğitim Merkezinde kurs başlamış, bilgisayar öğretiyorlar” dediler. Ancak Hizmetiçi eğitimlerle değil, isteğe bağlı, hafta sonu cumartesi pazar, ücreti mukabilinde 3-4 aylık bir kurs. Çocuğum küçük ama öğrenmek de istiyorum. Kursa kaydoldum. Bilgisayar öğretmenimiz oldukça bilgili ve her şeyi öğreteyim diye uğraşıyor bilgisayara dair. Okulda da idari görevim var. Çalıştığım kurumda bulunan 6 Müdür yardımcısından en genç, en yeni olanı, yani; zurnanın son deliği olan ben. Diğerlerine göre üniversite mezuniyetim daha yeni, ancak onlarda tecrübe, mesleki yaşanmışlıklar oldukça fazla, yani kıdemliler ve gündemdeler, görmüş geçirmişler…. Derken, benim kurs bitti, mutluyum “hayatımda farklı bir dokunuş” diye düşündüm, bilgisayarın yaşantımızdaki yarınlarını, geçireceği evrimi bilmeden. İşte tam o günlerde,  okula nereden geldiğini hatırlamadığım bir masa üstü bilgisayar geldi. Okul Müdürümüz biz idarecileri toplayıp da odasına, gelen bilgisayarı göstererek; “Arkadaşlar okulumuza gelen bu bilgisayara okul öğrenci bilgilerimizi girmemiz gerekiyor” dediğinde o an nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Niye mi? Dedim ya, gelişim odaklı bir öğretmen olarak, Halk Eğitim Merkezi’nde kursa başlamışım ve “Bilgisayar İşletmenliği ”sertifikası alarak mesleğimde bu yeni teknolojiyi kullanabileceğim bir fırsat gelmişti. Beklentim, bu bilgisayarı kullanmama izin verileceği yönünde idi. Ancak Okul Müdürümüzün odasında itina ve özenle baş köşeye konuşlandırıp, üstüne  örttüğü beyaz dantel bir örtüyle de, ayrı bir özerklik verdiği bu kare kutu masa üstü bilgisayar, bir diğer Müdür Yardımcısının emanetine verilmişti. Üstelik Müdürümüzün bir tabu gibi; “Arkadaşlar bu bilgisayar çok değerli ve hassas, herkesin kurcalamaması gerekiyor, bozulmasın, aman dikkat edelim” deyip denetlemeci  odaklı, korku kültürünü vererek, temkinli bir şekilde daha emniyetli gördüğü, Erdal Beye teslim edişi dün gibi aklımda. Çok prestijli, çok önemli bir emaneti devralmıştı o zamanki şartlara göre Erdal Bey… Belli bir süre sonra başmüdür yardımcımızın ”Arkadaşlar bilgisayar icat edildi, mertlik bozuldu, ”deyişi, “ilk okul paket programı” kullanma çabalarından sonraki hayal kırıklığı cümlesi olmuştu, akıllarda kalan.
Nereden nereye?..,ve ben bir şeyi daha unutamıyorum o günlere dair…;Aynı yıl, 1999 yılı, hepimizin malumu,17 Ağustos’ta saat 3.02’de tarihin en ağır depremlerinden birine, Kocaeli’de, o 45 saniyeye şahitlik edenlerden olma, deneyimini de yaşatmıştı mutlak kader bana. İşte benim hayatımdaki ilk bilgisayar öğretmenim, değerli hocam Ahmet Bey, bu büyük afette, Hakkın rahmetine kavuşmuştu.

                      RUHUNUZ ŞAD OLSUN, ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN, UNUTMADIM SAYGIDEĞER ÖĞRETMENİM ……..
         Bu güne kadar hayatıma küçük-büyük dokunuşları olan, resmi-gayri resmi o rolü üstlenen tüm  öğretmenlerime ve tüm meslektaşlarıma saygılarımla ithaf olunur….

                                                                                                                           S.Y/2018-Kasım

   

13 Şubat 2018 Salı


Selamm değerli arkadaşlar;21. y.y. becerilerimize biraz da olsa katkı olması babından;Hadi gelin birlikte Endüstri Tarihine Kısa Bir Yolculuk yapalım, Endüstri 4.0 nedir ve nasıl hayatımıza adapte oldu,Peki bu gelişme nasıl oldu? gibi soruların cevaplarını almaya çalışalım;
Kısacası; Almanya’dan yükselen Endüstri 4.0, gelişmiş ülkeler için yeni bir umut ve iyi bir örnek olarak konumlandırılıyor. Çin, Almanya’nın liderliğinde başlayan Dördüncü Sanayi Devrimi’ni en kısa zamanda yakalamaya odaklanan ülkeler arasında yer alıyor.Modern teknolojinin gelişmesiyle 3D yazıcılar drone’lar ve makinelerin, otomasyon sistemlerinin gelişmiş internet teknolojisi ile mobil cihazların yaygınlaşmasıyla beraber kendi aralarında daha uyumlu haberleşerek hatasız bir üretim sistemi meydana getirerek günümüz Teknolojisi Endüstri 4.0 çağına ulaşmıştır.
İlk olarak, 2011 yılında Hannover Fuarında Alman hükümetinin üretim ve bilgisayarlaşmaya teşvik etme ve ileri teknolojiyle yapılandırma projesi olarak kabul edilen sanayi gelişimine "Endüstri 4.0" denilmektedir.Ülkede 200 milyon Euro bütçe ayrılan bu süreç, devlet tarafından da büyük destek görüyor.
 4.Sanayi devrimi olarak da adlandırılan Endüstri 4.0 dan önceki gelişmeler nasıl olmuştur? Biraz da bunlara göz atalım;
Endüstriyel devrim süreci geçmişten günümüze 4’e ayrılıyor.

 1*Endüstri 1.0 olarak da adlandırılan birinci süreçte; su ve buhar gücü kullanımı ile çalışan mekanik sistemler vardı. ( 1750 – 1830 yılları arasında İngiltere’de çıkmıştır.)
2*Endüstri 2.0 olarak isimlendirilen ikinci süreçte  ise; elektrik enerjisinin kullanılmaya başlaması ile seri üretime geçiş oldu. (1870 İlk hareketli band sistemi kullanımı)
  • (19. Yüzyıl) 1840 Telgraf ve 1880 Telefon İcatları
  • 1920 Taylorizm (Bilimsel yönetim)
3*Üçüncü ve şu an genel olarak yaşanan endüstri 3.0 süreci ise;  elektronik ve bilişim teknolojilerinin entegre kullanılması ile başladı. (1969 İlk programlanabilir yönetim sistemi SPS).
  • 1971 İlk mikro bilgisayar (Altair 8800)
  • 1976 Apple I (S. Jobs ve S. Wozniak)
4*Dördüncü Endüstri Devrimi – Endüstri  4.0 olarak nitelendirilen yeni   süreçte ise; sanal ve fiziksel sistemler entegre olarak kullanılmaya başlandı. İnternete bağlı her nesnenin üretim alanında daha fazla kullanımını içeren bu trend ile birlikte endüstriyel alanda köklü değişimler oluyor.İnternetin üretimde kullanılması, iş geliştirmeden mühendisliğe, birçok yeniliği de beraberinde getirecek.
  • 1988 AutoIDLab. (MIT)
  • 2000 Nesnelerin İnterneti
  • 2010 Hücresel Taşıma Sistemi
  • 2020 Otonom Etkileşim ve Sanallaştırma
Kısaca özetleyecek olursak,
1.     Sanayi devrimi yani Endüstri 1.0’ı üretimin makineleşmesi,

2.     Sanayi Devrimi yani Endüstri 2.0’ı üretimin serileşmesi,

    3.Sanayi Devrimi yani Endüstri 3.0’ı üretimin otomasyonu  ve sayısallaşması olarak tanımlayabiliriz.

   4.Sanayi Devrimi olan günümüz trendi Endüstri 4.0 genel olarak 3 yapıdan oluşmaktadır. Bunlar;
  • Nesnelerin İnterneti
  • Hizmetlerin İnterneti
  • Siber – Fiziksel Sistemler
·         Endüstri 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi, teknolojilerin ve değer zinciri organizasyonları kavramlarının kolektif bir bütünüdür. Birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kollektif bir terimdir. Yani bu yapı için; Siber-Fiziksel sistemlerin kavramına, nesnelerin, internetine ve hizmetlerin internetine dayanır ve akıllı fabrikalar vizyonunun oluşmasına büyük katkı sağlar, demek mümkündür.Bugün için; nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünüdür.Bu devrim, üretim ortamında her bir verinin toplanmasına ve iyi bir şekilde izlenip analiz edilmesine olanak sağlayacağı için daha verimli iş modelleri ortaya çıkacaktır.
Gelecekte hangi oluşumların temeli olacağı şimdilik belirsiz ama…

 Endüstri 4.0 ile modüler yapılı akıllı fabrikalar kapsamında, fiziksel işlemleri siber-fiziksel sistemlerle izlemek, fiziksel dünyanın sanal bir kopyasını oluşturmak ve merkezi olmayan kararların verilmesi hedeflenmektedir. Nesnelerin interneti sayesinde siber-fiziksel sistemler birbirleriyle ve insanlarla gerçek zamanlı olarak iletişime geçip işbirliği içinde çalışabilecektir. Hizmetlerin interneti ile hem iç hem de çapraz örgütsel hizmetler sunulacak ve değer zincirinin kullanıcıları tarafından değerlendirilecektir. Bu gelişmelerle üretim tesisleri; makinelerini, depo sistemlerini, araç-gereçlerini küresel ağlara dönüştürecekler. Üretimde akıllı cihazlar birbirleri ile gerçek zamanlı etkileşim kurarak daha verimli halde çalışacaklar. Böylece ürün geliştirme aşamasında;  tasarımdan gerekli malzeme kullanımına, pazarlamadan sevkiyata birçok süreçte daha şeffaf ve birbirine bağlı bir sistem kurulacak. Birbiriyle konuşan, bağlantılı ma­kineler ürünün kalite kontrolünü yapıp üretim sürecindeki hataları daha hızlı tespit etmeyi sağlayacak .Tüm bu sürecin yönetildiği akıllı fabrikalarda büyük veri anali­ziyle üretim daha verimli hale gelecek.
Peki Endüstri 4.0’ın faydaları nelerdir?
  • Sistemin izlenmesinin ve arıza teşhisinin kolaylaştırılması
  • Sistemlerin ve bileşenlerinin öz farkındalık kazanması
  • Sistemin çevre dostu ve kaynak tasarrufu davranışlarıyla sürdürülebilir olması
  • Daha yüksek verimliliğin sağlanması
  • Üretimde esnekliğin arttırılması
  • Maliyetin azaltılması
  • Yeni hizmet ve iş modellerinin geliştirilmesi
 
Sistemler insan iş gücünden ziyade daha çok teknoloji odaklı akıllı makine kontrolüne geçecek ve böylelikle otonom fabrikalar kurulabilecek. İş gücü sayısı azalacak ve bu noktada sosyo-ekonomik değişimler baş gösterecek. Niteliksiz işçi sınıfı neredeyse bitecek.

8 Mayıs 2014 Perşembe

HİÇ BİR ŞEY SEBEPSİZ DEĞİLDİR.....


Yaşamda hiçbir şey boşuna ve gereksiz değildir.Tüm olayların, durumların, nesnelerin, canlı ve cansızların bir görevi, anlamı ve önemi vardır.Dolaysıyla bakış açınızı geliştirerek size anlamsız gelen birçok şeyin de aslında ne denli anlamlar içerdiğini çok rahatlıkla görebilirsiniz.Ancak hemen şunu söyleyelim; bu hiç de kolay bir şey değildir. Ya bu değişimi bir travma sonucunda yaşarsınız, yahut da içinizdeki değişim arzusunu hayata geçirerek… Her zaman olduğu gibi buna da yine siz karar vereceksiniz. Hiç bir şey sebepsiz değildir.Tasavvufta  TEVAFUK denen  bu bakış açısı değişimine, Bilim Dilinde “PARADİGMA”,denilmektir. Paradigma'nın Türk dil kurumu sözlüğü anlam karşılığı  ise "Değerler Dizisi" 'dir.


Lafı daha fazla uzatmadan ben bu öyküden kendimce çok önemli mesajlar çıkardığımı düşünüyorum. Bakalım sizlerin yorumları neler olacak?

***

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi.. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.

Adam çok susamıştı…

Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular..

Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın..

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:

“Affedersiniz… Burası neresi?”

Kadın ona gülümsedi:

“Burası Cennet, efendim”

Adam bunun üzerine sevinçle

“Harika…!!!” dedi.

“Peki bana biraz su verebilir misiniz?

Gerçekten çok susadım”….

Kadın cevap verdi:

“Tabii efendim, içeri girin… İçeride dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz..”

Adam köpeğine döndü,

“Hadi oğlum içeri giriyoruz” diyerek kapıya yürüdü..

Ancak kadın onu birden durdurdu:

“Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. Hayvanları içeri almıyoruz…”

Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular….


Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular.

Yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla, yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı…

Adam sordu:

“Affedersiniz…. Bana biraz su verebilir misiniz?”

Dede “içeri gel” dedi…

“Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var…”

Adam sordu:

“Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?”

Dede;

“Tabii…” dedi..

“Çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın…”

Bunun üzerine adam kapıdan girdi…

Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu..

Adam çeşmeden, köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler….

Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:

“Su için çok teşekkür ederim… Peki burası neresi?..”

Dede “Burası cennet” dedi.

Bunu duyan adam şaşırdı!

“Ama nasıl olur?.. Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler…”

Dede “Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?” dedi… “Ama orası Cehennem..”

Adam iyice şaşırmıştı “Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..?”

Dede gülümsedi:

“Kızmıyoruz… Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet’ten uzak tutuyorlar….”

3 Mart 2014 Pazartesi

Anne Gezindiğin Bağ,Baba yaslandığın Dağdır.Ömrünün en güzel çağı,Anne ve Babanla olandır.....



KARŞILIKSIZ SEVGİ
 Küçücük bir can…Anne karnında hayat bulan ;aslında doğumla başlayıp, ölene kadar sürecek olan bir mucize!...Yüce Yaradan’ın bizlere hem en güzel hediyesi,hem en kuvvetli terbiyecisi…Anne veya baba…Her ikisi için de aşkın,sevginin,merhametin,acının ve sabrın sınanması…Minicik bedeniyle,küçücük yüreklere sığabilen devasa bir sevgi…Vazgeçilemez ve neredeyse paylaşılamaz bir tutku,bir bağımlılık… Tüm bunlar evlat sevgisini dillendirmede yine de yetersiz kalıyor.Çünkü bu sevgi anlatılamaz,yaşanır!...O evladın gözlerinde,küçük ellerinde,tatlı dillerinde hayat bulur…Yaşamın keşmekeşi içinde,sığınılacak bir limandır evlat!… Tüm yorgunluğunu,stresini alır…Öyle bir söz söyler,öyle bir hareket yapar ki bir anda her şeyi unutursun…Sorunlardan kararan kalbinde bir ışık yanar sanki…Mutlu olursun… Yavruna ait her şey kutsal bir emanet gibidir senin için…Kesilen ilk saçlarını bir peçeteye sarıp saklarsın…Sonradan ne işine yarayacaklarsa?...En önemlisi de göbek mandalını bir türlü atamazsın..Ya çocuğum işsiz güçsüz olursa?En iyi üniversitenin bahçesine gömdürürsün onu…Çoğunlukla da bir cami duvarının arasına sıkıştırırsın…Ne kadar doğrudur bilinmez?Kuru bir et parçasından bile medet umarsın evladın için…En güzel günler,en güzel yarınlar onun olsun diye… Her gece koynuna alıp uyumak istersin…Başını ellerinle okşamak,sıcak nefesini hissetmek ve sen dalıncaya kadar da saatlerce saçlarını koklamak istersin…Bambaşka bir duygudur bu…O’nun masum yüzünde Yaradan’ın kudretini görürsün…Bazen olur ki içindeki coşkun sevgi kabarır…Kendini tutamaz,poposuna bir ısırık atarsın…Ağladıkça daha sevimli olur sanki!...Ya da sımsıkı sarılır,ciğerine sokmaya kalkarsın…Tüm bunların ardından Yaradan’a bin kere,milyon kere şükredersin.Ve,o tadı,olmayanların da tatması için dua edersin… Artık komşu çocuğunun yaramazlıkları batmaz gözüne…’’Çocuktur,doğası gereği yapacak tabii…’’diyebilirsin, düne kadar kızdığın velede…Sokakta görüp de,hiç tanımadığın yaşıt çocukların yüzlerinde kendi çocuğunu görürsün.İçin ılık ılık olur.Hele de uzaktaysa yavrun?...Her gün bir çimdik et koparırlar vücudundan,acı duyarsın…Bu aşk,ne ananınkine,ne sevdiğininkine benzer…Kor eder insanı,yanarsın!... Işıklar kesildiğinde bile, sırf O korkmasın diye,en korktuğun karanlıklara dalarsın cesurca, mum bulabilmek için!…Hayat sinemasının aktörüyken,onunla yönetmenliğe terfi edersin…Çünkü hayatını yönlendireceğin bir baş oyuncu çoktan gelmiştir senin yerine… Aşk,bağlılık,ya da annelik içgüdüsü…Adı her ne olursa olsun…Sonsuz bir sevgi ve fedakarlık hissi ile büyütürsün evladını…Defalarca aynı şeyi sorsa, sabırla cevaplarsın…Düştüğünde yüreğin toplanır,hastalandığında hep kaybetmek korkusuyla kaygılanırsın…Gecen gündüzün birbirine karışır…Belki de benim gibi ağlarsın…Hayatının merkezin de hep ‘’O’’ vardır.Herşeyi O’na göre endeksler, yaşantını sonsuz bir hizmetkarlık hissi ile O’na adapte edersin…Büyüyüp de kendi kanatlarıyla uçmaya başladığında bile sen hiç kabullenmezsin…Kaç yaşında olursa olsun,O senin küçük bebeğindir… Bir gün bir bakımevine de bıraksa seni hiç hayıflanmazsın…’’Canı sağolsun.’’dersin hep …Kırılsan da küsemezsin hiç…ÇÜNKÜ SEN EVLADINI KARŞILIKSIZ SEVERSİN…

13 Şubat 2014 Perşembe

YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.


Eray Beceren, "ΔNΔHTΔR Eğitim" Öğrenme Partnerinden; YAPARIM,BİLİRSİN….Bir Ateşi Kendi Kalbinizde Alevlendirmedikçe, Başka Bir Kalpte, Bir kıvılcım Çakamazsınız….
Türkiye'nin İlk Görme Engelli Dağcısı ve Milli Atleti Necdet Turhan, 1957 yılında Balıkesir'de doğdu. İlkokula polis memuru olan babası Murat Turhan'ın tayini sebebiyle geldikleri Bursa'da başladı. Ortaokul sonrasında gündüzleri çalışıp gece öğrenimine devam eden Turhan, 23 yaşında başlayan kornea sorunları nedeniyle görme yeteneğini tümü ile kaybetti.

"Gözlerimin artık görmediğine inanamıyordum, fakat yeni yaşamıma alışmak zor olmadı benim için. Her nedense kör olmanın başlangıcındaki ağır yük ezemedi beni... Pek farkında değildim o yükün. Yıllar sonra gittiğim Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli psikolog Sermin Turan şok dönemimin ne kadar sürdüğünü sordu, öyle bir dönem yaşamadım dedim, şaşırdı..." diyerek anlatıyor kendini  Necdet Turhan.

Rehabilitasyonun ardından 1988 yılında son sınıf derslerini dışarıdan vererek lise öğrenimini tamamlayan Turhan, 1989 yılında ilk tercihini kazanarak üniversite yaşamına ODTÜ'de başladı. ODTÜ, spor yaşamının da başlangıcı oldu.  Ancak Üniversite'nin Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda önceleri biraz garipsendi, etkinliklere alınmak istenmedi. Fakat o inat etti ve kendisine ilk yıl gösterilen bu yaklaşıma küsmedi. Dağlara götürülmese de, Dağcılık Kolu'nun antrenmanlarını ihmal etmedi. Katıldığı antrenmanlar sayesinde atletizmle de tanışmış oldu ve bir daha da koşmayı bırakmadı. Dağları doğayı bırakmadığı gibi...

Bir sonraki yıl eğitimlerini almaya başladığı ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda geçen 3 yılın bitiminde; gözlerinin hiç görmemesi nedeniyle   dağlarda yürürken kullandığı çan sesini izleme tekniği ortaya çıkmış, temel dağcılık eğitimlerini almış, görme düzeyi sıfır olan engelli bir sporcu için hatırı sayılır etkinlikler olarak kabul edilebilecek; Bey Dağları, Erciyes gibi faaliyetlere katılmış ve en önemlisi de üç yıl boyunca gösterdiği etkin üyelik sebebiyle, gelişinde sorun yaşadığı ODTÜ Dağcılık Kolu'nun onur üyeleri arasına seçilmiştir artık. Yaşadıklarını; "ODTÜ  Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda  ilk yıl dağlara götürülmeyişim, Bana çekinceli yaklaşılmış olması aslında doğal bir tutumdu... Zira sıra dışı bir olgu olarak karşılarındaydım Kol Yöneticisi arkadaşların.  Tanıdılar daha sonra beni ve aşama, aşama süreç içinde çözüldü sorunlar...” şeklinde ifade etmektedir.

Turhan, ODTÜ ile başlayan spor sürecini mezuniyeti sonrasında da sürdürdü. Dağlar yaşamında daha belirgindir. Atletizm, uzun yıllar, dağcılığının kondisyon çalışması olarak kaldı.

Uzun mesafe koşuları, Avrasya maratonu ile birlikte yaşamının bir parçası oldu. Aslında yaşamı bir maratondu onun. 2002 yılında New York Maratonu'na katıldı. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu tarafından gönderildiği bu maratonda yine bir ilki gerçekleştirdi. Çünkü Necdet Turhan, ülkesini yurt dışında temsil eden ilk Görme Engelli Milli Atlet olmuştur.  Japonya'da Dünya Körler Maratonu'nu koşarak ikinci kez Milli olan  Necdet Turhan'ın Küresel Projesi, başlığında içeriğini de yansıtmaktadır
; "5 Kıtada 5 Maraton, 5 de Zirve"

Bursa Nilüfer Belediyesi Personeli ve Sporcusu Necdet Turhan, şu ana değin Asya, Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika'da hedeflediği  toplam beş uluslararası maratonu dört saatin altında dereceler ile koşmuş ve Projesinin Dağlar etabı kapsamında Asya'da 5137 m. Ağrı, Afrika'da 5895 m. Kilimanjaro, Avrupa'da 3200 m. Teterousse  Zirveleri'ne tırmanmış durumdadır...
Bu aşamadan sonraki hedefleri olan Avusturalya ve Amerika Kıtalarındaki tırmanış hazırlıklarını "Engelimiz Bize engel Değil" diyerek sürdürmekte ve Dünya'da İlkler arasında yer alabilecek Küresel Beş Kıta Projesi için destek beklemektedir...
 Görme Engelli Sporcunun ulaştığı zirvelerde açtığı pankartlardaki sloganlar:

 YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.
DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.

 Yukarıdaki satırlar Türkiye’nin görme engelli ilk dağcısı ve milli atleti Necdet Turhan'ın web sayfasındaki (www.necdetturhan.com) özgeçmişinden derlenmiştir. Konu kişinin kendini motive etmesi olduğunda daima aklıma gelen kişi “Necdet Turhan'dır. Hayalleri, tutkusu ve coşkusu ile çok önemli başarılara imza atmış ve etmeye devam edecektir.

“öz motivasyon”, belirlenmiş hedefe ilerlenen yolda en önemli gücümüzdür.  Bununla birlikte, kendimiz ile ilgili bir çok konuda olduğu gibi bu süreçte de zorlanırız. Bu anlamda, üzerinde en çok durulması gereken husus “istemek” tir. İstek enerjisi,  hayallerimizin gerçekleşmesi ve hedefe ilerleme konusunda çok önemli katkılar sağlamaktadır.

Yol haritamızı işe aşağıdaki adımlara uygun olarak belirleyebiliriz:
 
Öncelikle kendimizi hedefimize giden yol için uygun olarak programlamalıyız. Bu programlama aşamasında şu konular önemlidir;
* Olayların ve insanların olumlu tarafını görmek.
* Başaracağına inanmak.
* Kendinden emin olmak ve isabetli bir öz değerlendirme yapmak önemlidir. Geçmişteki başarılarınızı hatırlamak size iyi gelecektir.
* Başarıya aç olmak. Gerçekten istemek.
* Tersliklerin olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. Bunları aşabilmek için pes etmemek. Engellerin, gözümüzü hedeflerimizden ayırdığımız zaman gördüklerimiz olduğunu unutmamak gerekir.
 
Yolculuğu planlamak ve geliştirmek
* Hedefleri olumlu seçmek. Ne istediğine odaklanmak. Ne istemediğine değil.
* Hedefi yeterli büyüklükte seçmek. Ne ulaşılamayacak kadar yüksek, ne de çok kolaylıkla elde edilecek kadar küçük. Çıtayı doğru yere koymak.
* Sürecin ilerleyişini izlemek. Hesapta olmayan durumlar çıktığında gerekli önlemleri alabilmek. İyi gidişten kendini motive edici sonuçlar çıkarabilmek.
* Uygun zamanlarda molalar vermek. Güç toplamak ve sürece zaman zaman dışardan bakabilmeyi sağlar.
* Gerçekten sevdiğin ve istediğin hedefe yürümek. Hedefleri seslerle, renklerle, kokular ile hayal etmek.
* Hedefe ulaşmanın diğer faydalarını düşünmek. Sağlayacağı çevre, getireceği prestij, sağlayacağı güç vs.
* Hata yapmaktan korkmamak. Hataların farkına varmak, dersler çıkarmak ve güçlenerek ilerlemek.
 
Yolda kalmak ve yolda emin adımlar ile ilerlemek önemlidir.  Bu esnada dikkat edilmesi gereken konular;
* Etrafında motive ediciler bulundurmak. Hedef ile ilgili fotoğraf, film, başarı hikayeleri, poster gibi araçlar bulundurmak
* Yolda ilerlemenizi sağlayacak dostlara sahip olmak. Bu konuda aile bireyleri ve arkadaşların katkıları önemlidir. Bu konuda benzer deneyimleri yaşamış birinin rehberliği çok daha değerlidir.
* Öğrenmeye ve gelişmeye devam etmek.
* Sadece kendin ile yarışmak.
* Deneyimleri başkaları ile paylaşmak, tartışmak.
* İşler iyi gittiğinde hedefi büyütmek.

 
 
 

 

5 Şubat 2014 Çarşamba

Oldum Demek Öldüm Demektir.....(Yunus Emre)


Ey Nefsim;
Seni Sen Yapan Benim, Beni de Ben Yapan Sensin, Ya Yola Gel
 Beraber Gidelim, Ya da Yoldan Çekil Ben Hakka Gideyim......
                                                                                          Mevlana

 Şahsına münhasır saygıdeğer Hocam, eğitimci-Yazar Fehimdar Çiftçi 'den;

ÇOCUKLARI KIYAS ZİNCİRİNE VURMAYALIM        

"Kendini değerli görüyor.
Çocuktur yapar…
Evet, kendisini olduğu gibi kabul ediyor."
Günlük hayatın içinde en çok duyulan cümlelerdir. Kişilik şekillenmesinde de önemli bir
adım sayılan ve günümüz dünyasında revaçta olan özgüven duygusu,
 biz yetişkinlerin “O daha çocuk, henüz bu işlerden anlamaz” dediğimiz çağlarda,
anlayacağını anlamış olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada bahsedeceğimiz
husus özgüven gelişimdir. Yetişkinlerin tutumu ve davranışları yetişen çocuğun
geleceğine menfi veya müspet ipotek koymaktadır. Özgüven gelişimi çocukluğun ilk yıllarından
itibaren evvela anne-babanın, daha sonra da çocuğun sosyal çevresini oluşturan bireylerin
verdikleri geri bildirimler ile oluşur. Burada şu önemli hususa dikkat etmek gereklidir. Keskin
söylenmiş bir cümle ile özgüven yıkılmadığı gibi seller sular gibi bir yorumla da gelişmez.
 Çocukların kişilikleri, kendi etki ve tepki davranışları ile çevreleri üzerinde yarattıkları
etkileri gözlemleyerek gelişir.            
     
Yapılan inceleme ve gözlemlere göre bu önemli duyguyu “problem” olarak yaşayan ve
 kararsızlık içinde bocalayan insanların ekseriyeti ailelerin ilk çocuklarıdır. Çocuğa
gösterilen tutum, mükemmeliyetçi bir çaba ve eleştirel bir yaklaşımdır. Eğer çocuk
 anne-babasından ve bulunduğu ortamdan olumlu geri bildirimler alıyorsa o zaman
kendisinin yeterli ve sevilebilir bir birey olduğunu düşünür ve bu düşünce daha sonrasında
 inanışa ve kişilik özelliğine dönüşür. Şayet sürekli sınırlama ve olumsuz eleştirilerle karşı
karşıya kalıyorsa o zamanda kaplumbağa misali kabuğunda kendini dinleyecek ve hareketli
hayatın ritmi içinde silik ve donuk bir birey olarak yaşayacaktır. Yaşının üstünde olgunluk beklenen
 ilk çocuklar, yetersizlik duygusuna kolay kapılabiliyorlar. Bu yetmiyormuş gibi anne baba ve
öğretmen baskısına bir de dayak atma faslı eklenirse güvensizlik duygusu o çocuğun ömür boyu
 yol arkadaşıdır.
Kırsalda yapılan erken evlilikler ve çok genç yaşta çocuk sahibi olan anne ve babalar,
tecrübe ve bilgi birikimi olmadan evli insanlar olarak topluma karışmakta ve “çocuğun
 çocuğu olmuş” sözlerine muhatap olmaktadır. Kentlerde ise bu durum iş, tahsil etme, ev
 sahibi olma gibi sebeplerden dolayı ötelenmiştir. Anne ve babaların çocuklarına karşı şartsız bir
 sevgi kalplerine şifrelenmiştir ama yeterlilik durumu da sevgi kadar önemlidir. Bu yeterlilik koşullu
 ve koşulsuz sevginin ayırdına varacak kadar gelişmiş olmalıdır. Koşulsuz sevgi, “ben ne yaparsan
yapayım babam ve annem beni severler, beni kabul ederler.”
 Bu duygu çocuğu hayata bağlayan en önemli güç merkezi durumundadır. Ancak koşullu
 olarak sevildiklerini hissederlerse (şunu yapmazsam, başarılı olursam, uslu durursam,
onları üzmezsem,  beni severler) yetişkinleri memnun etmek için girişilmiş bu duygunun
 halkaları içinde kalırlar ki, özgüven gelişimine vurulmuş büyük bir darbedir. İşte bunu
 ayıracak yeterlilik ve bilgi birikimi olmalıdır. Anne babanın ne kadar özgüvenli oldukları
 da, çocuğun kişilik gelişiminde oldukça önemlidir.          
Çocuklarımız, yetişkinleri taklit ederek öğrendikleri için, özgüvenlerinin yetişkinlere benzer
 olması muhtemel görünüyor. Yetişkinler iyi bir model olmalıdır. Biz artı ve eksi yönlerimizi
doğru olarak tanımlayabiliyorsak, hayata bakış açımız ve problemleri çözme tarzımız
karışık, abartılı, bunalımlı ve şikâyetçi değil de, çözüm odaklı ise çocuklarımızda bu
 davranış modellerini örnek alacaklardır. 
Yaşadığınız ortamda kuralların belirsiz olması veya hiç olmaması durumunda da özgüven
 gelişimi olumlu bir durum oluşturmaz. Çocuk hangi durumda nasıl davranması
gerektiğini öğrenemez. Sınırlar belli olmadığı için nerede duracağını bilemez.
Davranışlarının sonuçlarından kazanım sağlaması ve gerekli becerileri geliştirmesi zorlaşır.
 İlk önce onu kendi kişilik yapısıyla ve kendi bireyselliğiyle kabullenmek gerekiyor.
Çocuğumuzu bizim küçük kopyamız olarak algılamak yanlış bir tutumdur. O kendine has,
 eski tabirle “nevi şahsına münhasır” bir bireydir. Her çocuk belli yeteneklere sahiptir.
Yetenekli olduğu alanlarda desteklemek gerekir. Bir de yetenekleri erken yaşlarda uzmanı
 ile buluşturacak yolu açmakta yetişkinlerin görevidir. Kıyas öldürücü virüstür. Kardeşler
 bile birbirinden farklıdır. Bu doğal sonucu kıyas zincirine vurmayalım.
Şunları yapalım:
Yaşını dikkate alalım ve yerine getirebileceği sorumluluklar verelim. Zaman zaman
 oyunlarda yalnız bırakmayalım. Zira “Çocuk, oynaya oynaya akıl denizine ulaşır.” Bir
başkası ile kıyas yapmayalım. Zira kıyas öfkeyi, öfkede saldırma temayülünü geliştirir.
Sevdiği ve hoşlandığı şeyleri birlikte yapalım. Bu iyi davranışları ödüllendirmek gibidir.
 İyi olanı teşvik etmektir. Ailemize mutluluk getirdiğini, sevindiğimizi hatırlatmaya çalışalım
 ve sözlerimizle duyurmaya gayret edelim. Bizim için çok değerli olduğunu söyleyelim;
 kendini değerli görüp başkalarının da değerli olduğu bilincine ulaşacaktır. Korumacı
 tutum sergilemeyelim. Yani düşen çocuk için seferber olmayalım. Onun gözyaşları bizi
 de ağlatmasın. Düştüğü yerden kendi kalksın. Her şey tam ve mükemmel olmayabilir.
 Artılarını da eksilerini de tanıma fırsatı verelim. Türk Milleti olarak olumsuz olanları
 söylemeye daha yatkın bir durum içindeyiz. Bunları çok tekrar etmeyelim, zira
 kanıksanabilir. Kurallarımız belirgin ve net olmalıdır. Aile içi iletişim kadar kişiler
arasında ki iletişime de önem vermeli ve demokrasi kuralı içinde kalmalıyız. Ailede demokrasi her
kesin aklının estiği her şeyi yapması demek değildir, tam tersi başkasının hak ve özgürlüklerine
saygı göstermek, sorumluklarının farkında olmak anlamına gelir. Bu tutum haline dönüşmelidir.
Çocukların yapacağı işleri, onların yerine biz yapmayalım.
 Bu aceleci durum sabrın öğrenilmesini engellemekte, beceri kazanmasının yolu
kapatılmaktadır. Bütün çocuklar güzeldir. Bu yüzden fiziksel özelliklerini olumsuz
eleştirilerimize katık yapmayalım. Çocukları dinlemek, onları anlamaktır. Biz dinlersek
 onlarda başkalarını dinlemeyi öğrenir. Özgüvene sahip olmak sadece yaptıklarımızın
 değil kişiliğimizin değerli olduğuna da inanmaktır.
 
İnsan öğrenmeye muhtaçtır, gelişim anne karnında başlayıp devamlılık arz eder, nesiller
boyunca sürer gider. Her nesil olgunlaştıkça, gelecek nesli büyütür!!!