Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başkenti. Dünyanın 40. büyük şehri olan ilde toplam nüfusun %6,6' sı ikamet etmektedir.Topraklarının büyük bölümü İç Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Sakarya bölümünde yer alan Ankara ili'nin merkez kenti'dir. Rakım ortalama 890 metredir.Yüzölçümü 25.437 km2 olan nüfus yoğunluğu 210/km2'dir. Ankara'nın nüfusu bir önceki yıla göre yüzde 1.48 artarak 2023 yılı itibarıyla 5.782.285 kişiye ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılı.
22 Temmuz 2014 Salı
16 Haziran 2014 Pazartesi
ANKARA-ÇANKAYA ÖZEL EĞİTİM MESLEKİ EĞİTİM MERKEZİ(ÇANKAYA İŞ OKULU) TKY-EKYS-
8 Mayıs 2014 Perşembe
HİÇ BİR ŞEY SEBEPSİZ DEĞİLDİR.....
Yaşamda hiçbir şey boşuna
ve gereksiz değildir.Tüm olayların, durumların, nesnelerin, canlı ve
cansızların bir görevi, anlamı ve önemi vardır.Dolaysıyla bakış açınızı
geliştirerek size anlamsız gelen birçok şeyin de aslında ne denli anlamlar
içerdiğini çok rahatlıkla görebilirsiniz.Ancak hemen şunu söyleyelim; bu hiç de kolay bir şey değildir. Ya bu değişimi bir travma sonucunda yaşarsınız, yahut da içinizdeki değişim arzusunu hayata geçirerek… Her zaman olduğu gibi buna da yine siz karar vereceksiniz. Hiç bir şey sebepsiz değildir.Tasavvufta TEVAFUK denen bu bakış açısı değişimine, Bilim Dilinde
“PARADİGMA”,denilmektir. Paradigma'nın Türk dil kurumu sözlüğü anlam karşılığı ise "Değerler Dizisi" 'dir.
Lafı daha fazla uzatmadan
ben bu öyküden kendimce çok önemli mesajlar çıkardığımı düşünüyorum. Bakalım
sizlerin yorumları neler olacak?
***
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte
ölmüşlerdi.. Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya
başladılar.
Adam çok susamıştı…
Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden
kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular..
Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir
bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın..
Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
“Affedersiniz… Burası neresi?”
Kadın ona gülümsedi:
“Burası Cennet, efendim”
Adam bunun üzerine sevinçle
“Harika…!!!” dedi.
“Peki bana biraz su verebilir misiniz?
Gerçekten çok susadım”….
Kadın cevap verdi:
“Tabii efendim, içeri girin… İçeride dilediğiniz kadar su
bulabilirsiniz..”
Adam köpeğine döndü,
“Hadi oğlum içeri giriyoruz” diyerek kapıya yürüdü..
Ancak kadın onu birden durdurdu:
“Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. Hayvanları içeri
almıyoruz…”
Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle
birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular….
Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir
yolda buldular.
Yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla,
yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı…
Adam sordu:
“Affedersiniz…. Bana biraz su verebilir misiniz?”
Dede “içeri gel” dedi…
“Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var…”
Adam sordu:
“Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?”
Dede;
“Tabii…” dedi..
“Çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase
bulacaksın…”
Bunun üzerine adam kapıdan girdi…
Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu..
Adam çeşmeden, köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek
susuzluklarını giderdiler….
Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:
“Su için çok teşekkür ederim… Peki burası neresi?..”
Dede “Burası cennet” dedi.
Bunu duyan adam şaşırdı!
“Ama nasıl olur?.. Az önce burası gibi kırık dökük olmayan
muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler…”
Dede “Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?” dedi…
“Ama orası Cehennem..”
Adam iyice şaşırmıştı “Peki ama orası sizin adınızı kullanarak
insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..?”
Dede gülümsedi:
“Kızmıyoruz… Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını
yarı yolda bırakanları Cennet’ten uzak tutuyorlar….”
3 Mart 2014 Pazartesi
Anne Gezindiğin Bağ,Baba yaslandığın Dağdır.Ömrünün en güzel çağı,Anne ve Babanla olandır.....
KARŞILIKSIZ SEVGİ
Küçücük bir can…Anne karnında
hayat bulan ;aslında doğumla başlayıp, ölene kadar sürecek olan bir
mucize!...Yüce Yaradan’ın bizlere hem en güzel hediyesi,hem en kuvvetli
terbiyecisi…Anne veya baba…Her ikisi için de aşkın,sevginin,merhametin,acının
ve sabrın sınanması…Minicik bedeniyle,küçücük yüreklere sığabilen devasa bir
sevgi…Vazgeçilemez ve neredeyse paylaşılamaz bir tutku,bir bağımlılık… Tüm
bunlar evlat sevgisini dillendirmede yine de yetersiz kalıyor.Çünkü bu sevgi
anlatılamaz,yaşanır!...O evladın gözlerinde,küçük ellerinde,tatlı dillerinde
hayat bulur…Yaşamın keşmekeşi içinde,sığınılacak bir limandır evlat!… Tüm
yorgunluğunu,stresini alır…Öyle bir söz söyler,öyle bir hareket yapar ki bir
anda her şeyi unutursun…Sorunlardan kararan kalbinde bir ışık yanar sanki…Mutlu
olursun… Yavruna ait her şey kutsal bir emanet gibidir senin için…Kesilen ilk
saçlarını bir peçeteye sarıp saklarsın…Sonradan ne işine yarayacaklarsa?...En
önemlisi de göbek mandalını bir türlü atamazsın..Ya çocuğum işsiz güçsüz
olursa?En iyi üniversitenin bahçesine gömdürürsün onu…Çoğunlukla da bir cami
duvarının arasına sıkıştırırsın…Ne kadar doğrudur bilinmez?Kuru bir et
parçasından bile medet umarsın evladın için…En güzel günler,en güzel yarınlar
onun olsun diye… Her gece koynuna alıp uyumak istersin…Başını ellerinle
okşamak,sıcak nefesini hissetmek ve sen dalıncaya kadar da saatlerce saçlarını
koklamak istersin…Bambaşka bir duygudur bu…O’nun masum yüzünde Yaradan’ın
kudretini görürsün…Bazen olur ki içindeki coşkun sevgi kabarır…Kendini tutamaz,poposuna
bir ısırık atarsın…Ağladıkça daha sevimli olur sanki!...Ya da sımsıkı
sarılır,ciğerine sokmaya kalkarsın…Tüm bunların ardından Yaradan’a bin
kere,milyon kere şükredersin.Ve,o tadı,olmayanların da tatması için dua
edersin… Artık komşu çocuğunun yaramazlıkları batmaz gözüne…’’Çocuktur,doğası
gereği yapacak tabii…’’diyebilirsin, düne kadar kızdığın velede…Sokakta görüp
de,hiç tanımadığın yaşıt çocukların yüzlerinde kendi çocuğunu görürsün.İçin
ılık ılık olur.Hele de uzaktaysa yavrun?...Her gün bir çimdik et koparırlar
vücudundan,acı duyarsın…Bu aşk,ne ananınkine,ne sevdiğininkine benzer…Kor eder
insanı,yanarsın!... Işıklar kesildiğinde bile, sırf O korkmasın diye,en
korktuğun karanlıklara dalarsın cesurca, mum bulabilmek için!…Hayat sinemasının
aktörüyken,onunla yönetmenliğe terfi edersin…Çünkü hayatını yönlendireceğin bir
baş oyuncu çoktan gelmiştir senin yerine… Aşk,bağlılık,ya da annelik
içgüdüsü…Adı her ne olursa olsun…Sonsuz bir sevgi ve fedakarlık hissi ile
büyütürsün evladını…Defalarca aynı şeyi sorsa, sabırla cevaplarsın…Düştüğünde
yüreğin toplanır,hastalandığında hep kaybetmek korkusuyla kaygılanırsın…Gecen
gündüzün birbirine karışır…Belki de benim gibi ağlarsın…Hayatının merkezin de
hep ‘’O’’ vardır.Herşeyi O’na göre endeksler, yaşantını sonsuz bir hizmetkarlık
hissi ile O’na adapte edersin…Büyüyüp de kendi kanatlarıyla uçmaya başladığında
bile sen hiç kabullenmezsin…Kaç yaşında olursa olsun,O senin küçük bebeğindir…
Bir gün bir bakımevine de bıraksa seni hiç hayıflanmazsın…’’Canı sağolsun.’’dersin
hep …Kırılsan da küsemezsin hiç…ÇÜNKÜ SEN EVLADINI KARŞILIKSIZ SEVERSİN…13 Şubat 2014 Perşembe
YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.
Eray Beceren, "ΔNΔHTΔR Eğitim" Öğrenme Partnerinden; YAPARIM,BİLİRSİN….Bir Ateşi Kendi Kalbinizde Alevlendirmedikçe, Başka Bir Kalpte, Bir kıvılcım Çakamazsınız….
Türkiye'nin İlk Görme Engelli Dağcısı ve Milli Atleti Necdet Turhan, 1957 yılında Balıkesir'de doğdu. İlkokula polis memuru olan babası Murat Turhan'ın tayini sebebiyle geldikleri Bursa'da başladı. Ortaokul sonrasında gündüzleri çalışıp gece öğrenimine devam eden Turhan, 23 yaşında başlayan kornea sorunları nedeniyle görme yeteneğini tümü ile kaybetti.
"Gözlerimin artık görmediğine inanamıyordum, fakat yeni yaşamıma alışmak zor olmadı benim için. Her nedense kör olmanın başlangıcındaki ağır yük ezemedi beni... Pek farkında değildim o yükün. Yıllar sonra gittiğim Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli psikolog Sermin Turan şok dönemimin ne kadar sürdüğünü sordu, öyle bir dönem yaşamadım dedim, şaşırdı..." diyerek anlatıyor kendini Necdet Turhan.
Rehabilitasyonun ardından 1988 yılında son sınıf derslerini dışarıdan vererek lise öğrenimini tamamlayan Turhan, 1989 yılında ilk tercihini kazanarak üniversite yaşamına ODTÜ'de başladı. ODTÜ, spor yaşamının da başlangıcı oldu. Ancak Üniversite'nin Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda önceleri biraz garipsendi, etkinliklere alınmak istenmedi. Fakat o inat etti ve kendisine ilk yıl gösterilen bu yaklaşıma küsmedi. Dağlara götürülmese de, Dağcılık Kolu'nun antrenmanlarını ihmal etmedi. Katıldığı antrenmanlar sayesinde atletizmle de tanışmış oldu ve bir daha da koşmayı bırakmadı. Dağları doğayı bırakmadığı gibi...
Bir sonraki yıl eğitimlerini almaya başladığı ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda geçen 3 yılın bitiminde; gözlerinin hiç görmemesi nedeniyle dağlarda yürürken kullandığı çan sesini izleme tekniği ortaya çıkmış, temel dağcılık eğitimlerini almış, görme düzeyi sıfır olan engelli bir sporcu için hatırı sayılır etkinlikler olarak kabul edilebilecek; Bey Dağları, Erciyes gibi faaliyetlere katılmış ve en önemlisi de üç yıl boyunca gösterdiği etkin üyelik sebebiyle, gelişinde sorun yaşadığı ODTÜ Dağcılık Kolu'nun onur üyeleri arasına seçilmiştir artık. Yaşadıklarını; "ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda ilk yıl dağlara götürülmeyişim, Bana çekinceli yaklaşılmış olması aslında doğal bir tutumdu... Zira sıra dışı bir olgu olarak karşılarındaydım Kol Yöneticisi arkadaşların. Tanıdılar daha sonra beni ve aşama, aşama süreç içinde çözüldü sorunlar...” şeklinde ifade etmektedir.
Turhan, ODTÜ ile başlayan spor sürecini mezuniyeti sonrasında da sürdürdü. Dağlar yaşamında daha belirgindir. Atletizm, uzun yıllar, dağcılığının kondisyon çalışması olarak kaldı.
Uzun mesafe koşuları, Avrasya maratonu ile birlikte yaşamının bir parçası oldu. Aslında yaşamı bir maratondu onun. 2002 yılında New York Maratonu'na katıldı. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu tarafından gönderildiği bu maratonda yine bir ilki gerçekleştirdi. Çünkü Necdet Turhan, ülkesini yurt dışında temsil eden ilk Görme Engelli Milli Atlet olmuştur. Japonya'da Dünya Körler Maratonu'nu koşarak ikinci kez Milli olan Necdet Turhan'ın Küresel Projesi, başlığında içeriğini de yansıtmaktadır; "5 Kıtada 5 Maraton, 5 de Zirve"
Bursa Nilüfer Belediyesi Personeli ve Sporcusu Necdet Turhan, şu ana değin Asya, Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika'da hedeflediği toplam beş uluslararası maratonu dört saatin altında dereceler ile koşmuş ve Projesinin Dağlar etabı kapsamında Asya'da 5137 m. Ağrı, Afrika'da 5895 m. Kilimanjaro, Avrupa'da 3200 m. Teterousse Zirveleri'ne tırmanmış durumdadır...
Bu aşamadan sonraki hedefleri olan Avusturalya ve Amerika Kıtalarındaki tırmanış hazırlıklarını "Engelimiz Bize engel Değil" diyerek sürdürmekte ve Dünya'da İlkler arasında yer alabilecek Küresel Beş Kıta Projesi için destek beklemektedir...
Görme Engelli Sporcunun ulaştığı zirvelerde açtığı pankartlardaki sloganlar:
"Gözlerimin artık görmediğine inanamıyordum, fakat yeni yaşamıma alışmak zor olmadı benim için. Her nedense kör olmanın başlangıcındaki ağır yük ezemedi beni... Pek farkında değildim o yükün. Yıllar sonra gittiğim Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli psikolog Sermin Turan şok dönemimin ne kadar sürdüğünü sordu, öyle bir dönem yaşamadım dedim, şaşırdı..." diyerek anlatıyor kendini Necdet Turhan.
Rehabilitasyonun ardından 1988 yılında son sınıf derslerini dışarıdan vererek lise öğrenimini tamamlayan Turhan, 1989 yılında ilk tercihini kazanarak üniversite yaşamına ODTÜ'de başladı. ODTÜ, spor yaşamının da başlangıcı oldu. Ancak Üniversite'nin Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda önceleri biraz garipsendi, etkinliklere alınmak istenmedi. Fakat o inat etti ve kendisine ilk yıl gösterilen bu yaklaşıma küsmedi. Dağlara götürülmese de, Dağcılık Kolu'nun antrenmanlarını ihmal etmedi. Katıldığı antrenmanlar sayesinde atletizmle de tanışmış oldu ve bir daha da koşmayı bırakmadı. Dağları doğayı bırakmadığı gibi...
Bir sonraki yıl eğitimlerini almaya başladığı ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda geçen 3 yılın bitiminde; gözlerinin hiç görmemesi nedeniyle dağlarda yürürken kullandığı çan sesini izleme tekniği ortaya çıkmış, temel dağcılık eğitimlerini almış, görme düzeyi sıfır olan engelli bir sporcu için hatırı sayılır etkinlikler olarak kabul edilebilecek; Bey Dağları, Erciyes gibi faaliyetlere katılmış ve en önemlisi de üç yıl boyunca gösterdiği etkin üyelik sebebiyle, gelişinde sorun yaşadığı ODTÜ Dağcılık Kolu'nun onur üyeleri arasına seçilmiştir artık. Yaşadıklarını; "ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda ilk yıl dağlara götürülmeyişim, Bana çekinceli yaklaşılmış olması aslında doğal bir tutumdu... Zira sıra dışı bir olgu olarak karşılarındaydım Kol Yöneticisi arkadaşların. Tanıdılar daha sonra beni ve aşama, aşama süreç içinde çözüldü sorunlar...” şeklinde ifade etmektedir.
Turhan, ODTÜ ile başlayan spor sürecini mezuniyeti sonrasında da sürdürdü. Dağlar yaşamında daha belirgindir. Atletizm, uzun yıllar, dağcılığının kondisyon çalışması olarak kaldı.
Uzun mesafe koşuları, Avrasya maratonu ile birlikte yaşamının bir parçası oldu. Aslında yaşamı bir maratondu onun. 2002 yılında New York Maratonu'na katıldı. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu tarafından gönderildiği bu maratonda yine bir ilki gerçekleştirdi. Çünkü Necdet Turhan, ülkesini yurt dışında temsil eden ilk Görme Engelli Milli Atlet olmuştur. Japonya'da Dünya Körler Maratonu'nu koşarak ikinci kez Milli olan Necdet Turhan'ın Küresel Projesi, başlığında içeriğini de yansıtmaktadır; "5 Kıtada 5 Maraton, 5 de Zirve"
Bursa Nilüfer Belediyesi Personeli ve Sporcusu Necdet Turhan, şu ana değin Asya, Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika'da hedeflediği toplam beş uluslararası maratonu dört saatin altında dereceler ile koşmuş ve Projesinin Dağlar etabı kapsamında Asya'da 5137 m. Ağrı, Afrika'da 5895 m. Kilimanjaro, Avrupa'da 3200 m. Teterousse Zirveleri'ne tırmanmış durumdadır...
Bu aşamadan sonraki hedefleri olan Avusturalya ve Amerika Kıtalarındaki tırmanış hazırlıklarını "Engelimiz Bize engel Değil" diyerek sürdürmekte ve Dünya'da İlkler arasında yer alabilecek Küresel Beş Kıta Projesi için destek beklemektedir...
Görme Engelli Sporcunun ulaştığı zirvelerde açtığı pankartlardaki sloganlar:
YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.
DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.
DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.
Yukarıdaki satırlar Türkiye’nin görme engelli ilk dağcısı ve milli atleti Necdet Turhan'ın web sayfasındaki (www.necdetturhan.com) özgeçmişinden derlenmiştir. Konu kişinin kendini motive etmesi olduğunda daima aklıma gelen kişi “Necdet Turhan'dır. Hayalleri, tutkusu ve coşkusu ile çok önemli başarılara imza atmış ve etmeye devam edecektir.
“öz motivasyon”, belirlenmiş hedefe ilerlenen yolda en önemli gücümüzdür. Bununla birlikte, kendimiz ile ilgili bir çok konuda olduğu gibi bu süreçte de zorlanırız. Bu anlamda, üzerinde en çok durulması gereken husus “istemek” tir. İstek enerjisi, hayallerimizin gerçekleşmesi ve hedefe ilerleme konusunda çok önemli katkılar sağlamaktadır.
Yol haritamızı işe aşağıdaki adımlara uygun olarak belirleyebiliriz:
Öncelikle kendimizi hedefimize giden yol için uygun olarak programlamalıyız. Bu programlama aşamasında şu konular önemlidir;
* Olayların ve insanların olumlu tarafını görmek.
* Başaracağına inanmak.
* Kendinden emin olmak ve isabetli bir öz değerlendirme yapmak önemlidir. Geçmişteki başarılarınızı hatırlamak size iyi gelecektir.
* Başarıya aç olmak. Gerçekten istemek.
* Tersliklerin olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. Bunları aşabilmek için pes etmemek. Engellerin, gözümüzü hedeflerimizden ayırdığımız zaman gördüklerimiz olduğunu unutmamak gerekir.
Yolculuğu planlamak ve geliştirmek
* Hedefleri olumlu seçmek. Ne istediğine odaklanmak. Ne istemediğine değil.
* Hedefi yeterli büyüklükte seçmek. Ne ulaşılamayacak kadar yüksek, ne de çok kolaylıkla elde edilecek kadar küçük. Çıtayı doğru yere koymak.
* Sürecin ilerleyişini izlemek. Hesapta olmayan durumlar çıktığında gerekli önlemleri alabilmek. İyi gidişten kendini motive edici sonuçlar çıkarabilmek.
* Uygun zamanlarda molalar vermek. Güç toplamak ve sürece zaman zaman dışardan bakabilmeyi sağlar.
* Gerçekten sevdiğin ve istediğin hedefe yürümek. Hedefleri seslerle, renklerle, kokular ile hayal etmek.
* Hedefe ulaşmanın diğer faydalarını düşünmek. Sağlayacağı çevre, getireceği prestij, sağlayacağı güç vs.
* Hata yapmaktan korkmamak. Hataların farkına varmak, dersler çıkarmak ve güçlenerek ilerlemek.
Yolda kalmak ve yolda emin adımlar ile ilerlemek önemlidir. Bu esnada dikkat edilmesi gereken konular;
* Etrafında motive ediciler bulundurmak. Hedef ile ilgili fotoğraf, film, başarı hikayeleri, poster gibi araçlar bulundurmak
* Yolda ilerlemenizi sağlayacak dostlara sahip olmak. Bu konuda aile bireyleri ve arkadaşların katkıları önemlidir. Bu konuda benzer deneyimleri yaşamış birinin rehberliği çok daha değerlidir.
* Öğrenmeye ve gelişmeye devam etmek.
* Sadece kendin ile yarışmak.
* Deneyimleri başkaları ile paylaşmak, tartışmak.
* İşler iyi gittiğinde hedefi büyütmek.
“öz motivasyon”, belirlenmiş hedefe ilerlenen yolda en önemli gücümüzdür. Bununla birlikte, kendimiz ile ilgili bir çok konuda olduğu gibi bu süreçte de zorlanırız. Bu anlamda, üzerinde en çok durulması gereken husus “istemek” tir. İstek enerjisi, hayallerimizin gerçekleşmesi ve hedefe ilerleme konusunda çok önemli katkılar sağlamaktadır.
Yol haritamızı işe aşağıdaki adımlara uygun olarak belirleyebiliriz:
Öncelikle kendimizi hedefimize giden yol için uygun olarak programlamalıyız. Bu programlama aşamasında şu konular önemlidir;
* Olayların ve insanların olumlu tarafını görmek.
* Başaracağına inanmak.
* Kendinden emin olmak ve isabetli bir öz değerlendirme yapmak önemlidir. Geçmişteki başarılarınızı hatırlamak size iyi gelecektir.
* Başarıya aç olmak. Gerçekten istemek.
* Tersliklerin olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. Bunları aşabilmek için pes etmemek. Engellerin, gözümüzü hedeflerimizden ayırdığımız zaman gördüklerimiz olduğunu unutmamak gerekir.
Yolculuğu planlamak ve geliştirmek
* Hedefleri olumlu seçmek. Ne istediğine odaklanmak. Ne istemediğine değil.
* Hedefi yeterli büyüklükte seçmek. Ne ulaşılamayacak kadar yüksek, ne de çok kolaylıkla elde edilecek kadar küçük. Çıtayı doğru yere koymak.
* Sürecin ilerleyişini izlemek. Hesapta olmayan durumlar çıktığında gerekli önlemleri alabilmek. İyi gidişten kendini motive edici sonuçlar çıkarabilmek.
* Uygun zamanlarda molalar vermek. Güç toplamak ve sürece zaman zaman dışardan bakabilmeyi sağlar.
* Gerçekten sevdiğin ve istediğin hedefe yürümek. Hedefleri seslerle, renklerle, kokular ile hayal etmek.
* Hedefe ulaşmanın diğer faydalarını düşünmek. Sağlayacağı çevre, getireceği prestij, sağlayacağı güç vs.
* Hata yapmaktan korkmamak. Hataların farkına varmak, dersler çıkarmak ve güçlenerek ilerlemek.
Yolda kalmak ve yolda emin adımlar ile ilerlemek önemlidir. Bu esnada dikkat edilmesi gereken konular;
* Etrafında motive ediciler bulundurmak. Hedef ile ilgili fotoğraf, film, başarı hikayeleri, poster gibi araçlar bulundurmak
* Yolda ilerlemenizi sağlayacak dostlara sahip olmak. Bu konuda aile bireyleri ve arkadaşların katkıları önemlidir. Bu konuda benzer deneyimleri yaşamış birinin rehberliği çok daha değerlidir.
* Öğrenmeye ve gelişmeye devam etmek.
* Sadece kendin ile yarışmak.
* Deneyimleri başkaları ile paylaşmak, tartışmak.
* İşler iyi gittiğinde hedefi büyütmek.
5 Şubat 2014 Çarşamba
Oldum Demek Öldüm Demektir.....(Yunus Emre)
| |||
|
İNSAN BİLDİKLERİYLE BİLMEDİKLERİNİ DÜŞÜNÜR!........İNOVASYON!!!!!!
Fikir Projeyle Buluşmazsa Sonuç Sübuta Ermez!!!:::::

(O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti, YA BUGÜN???)
Teknoji kullanımına dair yaşanmış eğitici bir paylaşımı, aşağıda Saygıdeğer Hocam Hıfzı YETKİN'den aynen naklediyorum......
Newton Renk Çarkı
(Öğretme, teknolojiyi kullan öğrenmeyi sağla)
Yıl 1970. O yıllarda şimdiki Fen ve teknoloji dersi, Fen ve Tabiat Bilgileri adıyla anılıyordu . Öğrenciler de İlgi Grupları ile Çalışma yöntemine yer vererek dersleri kendileri aktif olarak işlemekteydiler. Öğretmen de; öğrenci sunumlarından sonra eksik kalan ya da gelen sorulardan anlaşılmadığı düşünülen konular olduğunda küme çalışması sonunda o konuya değinirdi.
Küme konusunu aktardı. Ünite konuları arasında Newton Çarkı da vardı. Konuyu hazırlayan öğrenci (ders kitabını esas alarak) yaklaşık olarak : Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.” Şeklinde bir sunum yaptı.
Sınıfın bir üyesi olarak derse –dinleyerek- katılıyordu. Öğrencisi anlatırken, içinden ; ‘’Tamam anladım da? Hadi açık mavi, açık pembe vb. renkler beyaz gibi görünebilir. Ama ya bu kırmızı, mavi, mor nasıl beyaz görünür?’’ diye geçirdi. Sınıfa bir göz attı. Herkesin gözünden: “beyaz olur” sözüne “Hadi canım sende?” itirazlarının geldiğini okudu. Birden konuyu aktaran öğrencisine destek olmak ihtiyacı hissetti. Konuya:
—Ne olurmuş? Sorusu ile girdi.
— Beyaz olurmuş, öğretmenim!
—Nereden biliyorsunuz?
Öğrenciler şaşkın:
— Eee! Sen dedin, öğretmenim.
— Başka?
— Newton dedi.
— Başka?
— Hatice dedi.
— Başka?
— Kitap da yazıyor.
— Aferin.
— Demek ki ne olurmuş?
—Beyaz olurmuş, öğretmenim! (Bu ses koro halinde geldi).
Ders bitti, huzursuz. Bu renkler gerçekten beyaz olur mu? Diye kendi kendisi ile tartıştı. Tamam, açık renkler olabilir canım da ya koyular kırmızı yeşil nasıl beyaz görünür diyordu. O güne kadar ne ilkokul öğretmeni; ne ortaokuldaki öğretmenleri ne de öğretmen okulunda bu konunun deneyini yapmamışlardı. Ona da öğretmenleri onun şimdi yaptığı gibi, Newton beyaz olduğunu kanıtlamış demişlerdi. Ama bu söylem tereddütlerini giderememişti. Bu kuşku öğrencilerinde de vardı. Hem kendi kuşkusunu hem de öğrencilerinin kuşkusunu gidermeliydi. Ama 1970 yılı koşullarında Newton çarkını deney veya gözlem yoluyla öğrencilerine anlatabileceği araç ve gereci yoktu. Ya da onu ispatlayacak bir düzenek aklına gelmiyordu.
—Beyaz olur, dedi. O günlük, orada bıraktı.
Aradan birkaç gün geçti. Hafta sonu, komşu köylerden birinin düğüne okudular (davet ettiler). Olur, dedi. Hediyesini aldı. Yanında köylülerle vardı düğün yerine. 32 köyden iki tanesinde okul; bu iki okulda da birer öğretmen vardı. Düğüne diğer köydeki öğretmen arkadaşı da gelmişti. Selamlaşıp sohbete başladılar. 32 köyden gelen tüm konuklar neredeyse düğünü bırakmış, iki öğretmenin sohbetine dalmışlardı. Herkes bu iki öğretmenle ilgili iken düğüne gelen tüm çocuklar da köylülerden birisi ile (Horhorcu Recep) ilgiliydiler. Recep’in elinde, içinden ip çıkan bir ceviz ve üzerindeki tek kanat pervaneye benzer bir oyuncak vardı. İpi çekip bıraktıkça, pervane bir sağa bir sola hızla dönüyor; dönerken de hooooor hooor diye bir ses çıkarıyordu.
Beyninde yüzlerce sinir ucu birbirleriyle iletişim kurdu. Bunu Newton çarkı olarak kullanabilirdi. Yanındakilerden özür diledi. Hızlıca ayağa kalktı. Horhorcunun yanına vardı. Recep’i kısaca övdü. İncelemek için bir horhor istedi. Oracıkta dikkatlice inceledi. Aradığı, düşünüp düşünüp çıkış yolu bulamadığı; kendisine gerekli olan teknolojik araç en gerekli olduğu zamanda, bir dağ köyünde karşısına çıkmıştı. Horhorcuya;
—Satsana bana da bir tane!
Horhorcu şaşkın ve biraz da önemsendiğinin farkında.... Tüm konukların gözü de üzerlerinde:
—Ne yapacan, öğretmen?
—Gerekli usta ! Ver bir tane de bana ver.
—Valla! Öğretmenler çocuklarla uğraşa çığrışa çocuk olur derlerdi. Baak doğruymuş!
— Uzatma, kaç liraysa söyle bir tane ver. Recep cebinden iki horhor çıkardı.
— Yaa bu Güzelkaya’nın öğretmeni iyi adam be! Diyerek verdi. Israr fayda etmedi. Para falan da almadı. Osman öğretmen de meraklandı.
— Ne işe yarayacak bu? Diye sordu.
— Newton çarkı olacak; onu anlatacağım çocuklara.
— Harikasın! Denedikten sonra benimle de paylaş.
— Hay hay öğretmenim! Elbette.
O gün, akşam zor oldu. Gün bitmek bilmedi. Güneş batana kadar, düğün sahibine ve düğüne birlikte gittiği arkadaşlarına ayıp olur düşüncesi ile düğün evinden ayrılamadı. Güneş Akkaya’nın arkasına dolanınca, düğün sahiplerine hem kendi hem de köylüleri adına:
—Hayırlı olsun! Mesut yaşasınlar! Dileğinde bulundu. Ve:
—Bize izin, dedi.
Osman öğretmenle de karşılıklı;
—Birgün bizi de onurlandır. Bekleriz. Diye vedalaşıp, Güzelkaya yoluna dizildiler. En önde kendisi koşar adım… Köylüler:
—Öğretmen! Evde bekleyenin, köyde yol gözleyenin mi var? Bekâr adamsın. Ağırdan al Allah aşkına!
Takılmalarına cevap vermedi. Horhoru nasıl Newton çarkına dönüştürecek onu tasarlıyordu.
—İyi geceler öğretmen! Seslenişleri ile iki saatlik yolu doksan dakikada bitirerek köye geldiklerini anladı. Tüm yol arkadaşlarının ayrı ayrı ellerini sıktı.
—İyi geceler! Diledi.
Birkaç köylünün eve konuk olarak davet etmelerini de teşekkür ederek kabul etmedi. Kestane ağacından; hiç metal çivi kullanılmadan, geçmeli olarak yapılmış ve kendisine tahsis edilmiş; tek odalı, petrol lambalı, gazocaklı evine geldi. Karanlığı, “muhtar çakmağı’’ ile aydınlatmaya çalıştı. 12 Numara şişeli petrol lambasını buldu; ıslattığı bezle iyice sildi, kuruladı ve yaktı. Köylülerin kendisine hediye ettikleri açılır-kapanır, ağaç sandalyesine minderini yerleştirdi. Yine kestane ağacından yapılmış masasının biraz yükseğindeki -tahta duvardaki- ağaç çiviye lambayı astı. İspirtoyu gövdesindeki minik çanağına dökerek gazocağını yaktı. Çaydanlığı üzerine koydu. Horhorun ipini çekip bıraktıkça bir sağa bir sola dönüşünü büyük bir keyif içinde izledi. Horhoru inceledi. İrice bir cevizin enlemesine ortasından aşağıya doğru 4mm.lik bir delik ile bu 4 mm’lik delik ile dik açı oluşturacak şekilde 2 mm.lik bir delik daha delindiğini, 4mm’lik deliğe pervanenin delik kalınlığındaki çubuğunun takıldığını, bu çubuğa da yan delikten gelen ipin bağlandığını gördü. Halkın yaratıcılığı umudunu artırdı.
Birinci hamur beyaz kâğıdın çok zor bulunduğu günlerdi. Kitaplarına baktı. Kıyamazdı ama beyaz kâğıt gerekliydi. Öğretmen okulunda okudukları sosyoloji kitabının arka kapağı en beyaz olanıydı. Eline aldı; birkaç kez evirdi, çevirdi. ‘’Yaralı portakal’’ hikâyesi geldi aklına. Kıyamadı, kitabı elinden bıraktı. Bir süre gazocağı ve çay ile ilgilendi. Ama keşfetme isteği içini kemiriyordu. ‘’Sosyoloji kitabım seni ciltleyeceğim’’ Sözünü verdi. Bu diyalog hoşuna gitti. Kitabında mutlu olacağını düşündü. Hatta şöyle algıladı. Sosyoloji kitabı: ‘’Hadi başla!’’ diyordu. Başladı. Kitabın arka kapağını özenle kesti. Pergel ile dairesini çizdi. İletki (açıölçer)yi kullanarak renklerin dilimlerini belirledi. Çok önceden gazoz kapakları içine kendi hazırladığı suluboyalarını çıkardı. Atın kuyruğundan yaptığı fırçalar ile çarkı renklerine boyadı. Doğal olarak kurumasını bekleyemedi. Petrol lambası ısısından yararlanarak kuruttu. Hafif buruşmayı gidermek içinde kömür ütüsünü gazocağında ısıtarak, boyadığı kartonu iki kâğıt arasında ütüledi. Tutkal ile horhorun (ceviz çark) üzerindeki pervaneye yapıştırdı. Bir süre kurumasını bekledi.
Ama dakikalar geçmek, tutkal da kurumak bilmiyordu. Yelkenli marka küçük yuvarlak aynayı masaya yerleştirdi. Horhorun ipini çekip bırakarak kısa bir deneme yaptı. Hızlandırmaya başladı. Çarkın hızı artıp beyaza yakın rengi yakaladığı anda kalbi duracak gibi oldu. Hiç kilitlemediği oda kapısını o gece kilitledi. Bu renk algısını sanki Newton değil de kendisi icat etmiş gibi sabaha kadar uyuyamadı.
O gecenin sabahında, güneşin sandığından daha parlak doğduğunu gözledi.Tıraşını oldu. Sarı bakır musluk taktırdığı tenekedeki su ile elini yüzünü yıkadı. Koşar adım okula gitti. O güne kadar hep öğrenciler önce gelir, kendisi sonra giderdi. O gün öğrencilerini o karşıladı:
—Günaydın Ramazan! Hoş geldin!
—Hatice günaydın! Hoş geldin! Diye hepsini selamladı. Daha sonra sıra olup andımızı okudular. Sınıfa girdiklerinde kısaca Dünyadan, ülkeden, köyden günlük olayları konuştular.
İçi içine sığmıyordu:
—Çocuklar geçen gün Newton çarkı üzerinde konuşmuştuk.
—Eveeeet öğretmenim!
— Peki, Newton ne demişti, kim tekrarlayacak bize? Bir iki parmak havaya kalktı, birisi Ramazan.
— Ramazan söyle bakalım!
—Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.”
—Ama siz pek inanmamıştınız değil mi? Ben de öyle diyemedi. Sınıfta gülüşmeler oldu.
—Peki, herkes arkasına yaslansın bakalım!
Meraklı gözler eşliğinde, masanın üzerindeki torbadan gece hazırladığı ceviz çarkı çıkardı. Çarktaki renkleri izletti. Tek tek renklerin adlarını sordu. Cevaplarını aldı. Ve çarkı döndürmeye başladı. Beyaza yakın rengi yakaladıklarında tüm öğrencilerinin gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi olduklarını gördü. Sanki öğretmenleri sihirbazlık yapıyordu. İzledikçe, bir daha öğretmenim, bir daha diye talepler yükselmeye başladı. Bir daha, bir daha… Birkaç kez daha hep birlikte denediler. Eğitim çalışmalarında araç kullanmanın değerini ve teknolojinin kıymetini o gün keşfetti. Yeni öğrenmelere yelken açabilmenin çok önemli bir sırrına ermişti. O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti. Ama bugün, o konuda sınırsız ve uçsuz bucaksız okyanuslar var elimizde. Bilgisayar var. İnternet var. Ne olur teknoloji kullanmanın cimrisi olmasın öğretmenlerim.
O gecenin sabahında, güneşin sandığından daha parlak doğduğunu gözledi.Tıraşını oldu. Sarı bakır musluk taktırdığı tenekedeki su ile elini yüzünü yıkadı. Koşar adım okula gitti. O güne kadar hep öğrenciler önce gelir, kendisi sonra giderdi. O gün öğrencilerini o karşıladı:
—Günaydın Ramazan! Hoş geldin!
—Hatice günaydın! Hoş geldin! Diye hepsini selamladı. Daha sonra sıra olup andımızı okudular. Sınıfa girdiklerinde kısaca Dünyadan, ülkeden, köyden günlük olayları konuştular.
İçi içine sığmıyordu:
—Çocuklar geçen gün Newton çarkı üzerinde konuşmuştuk.
—Eveeeet öğretmenim!
— Peki, Newton ne demişti, kim tekrarlayacak bize? Bir iki parmak havaya kalktı, birisi Ramazan.
— Ramazan söyle bakalım!
—Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.”
—Ama siz pek inanmamıştınız değil mi? Ben de öyle diyemedi. Sınıfta gülüşmeler oldu.
—Peki, herkes arkasına yaslansın bakalım!
Meraklı gözler eşliğinde, masanın üzerindeki torbadan gece hazırladığı ceviz çarkı çıkardı. Çarktaki renkleri izletti. Tek tek renklerin adlarını sordu. Cevaplarını aldı. Ve çarkı döndürmeye başladı. Beyaza yakın rengi yakaladıklarında tüm öğrencilerinin gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi olduklarını gördü. Sanki öğretmenleri sihirbazlık yapıyordu. İzledikçe, bir daha öğretmenim, bir daha diye talepler yükselmeye başladı. Bir daha, bir daha… Birkaç kez daha hep birlikte denediler. Eğitim çalışmalarında araç kullanmanın değerini ve teknolojinin kıymetini o gün keşfetti. Yeni öğrenmelere yelken açabilmenin çok önemli bir sırrına ermişti. O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti. Ama bugün, o konuda sınırsız ve uçsuz bucaksız okyanuslar var elimizde. Bilgisayar var. İnternet var. Ne olur teknoloji kullanmanın cimrisi olmasın öğretmenlerim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)