13 Şubat 2014 Perşembe

YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.


Eray Beceren, "ΔNΔHTΔR Eğitim" Öğrenme Partnerinden; YAPARIM,BİLİRSİN….Bir Ateşi Kendi Kalbinizde Alevlendirmedikçe, Başka Bir Kalpte, Bir kıvılcım Çakamazsınız….
Türkiye'nin İlk Görme Engelli Dağcısı ve Milli Atleti Necdet Turhan, 1957 yılında Balıkesir'de doğdu. İlkokula polis memuru olan babası Murat Turhan'ın tayini sebebiyle geldikleri Bursa'da başladı. Ortaokul sonrasında gündüzleri çalışıp gece öğrenimine devam eden Turhan, 23 yaşında başlayan kornea sorunları nedeniyle görme yeteneğini tümü ile kaybetti.

"Gözlerimin artık görmediğine inanamıyordum, fakat yeni yaşamıma alışmak zor olmadı benim için. Her nedense kör olmanın başlangıcındaki ağır yük ezemedi beni... Pek farkında değildim o yükün. Yıllar sonra gittiğim Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli psikolog Sermin Turan şok dönemimin ne kadar sürdüğünü sordu, öyle bir dönem yaşamadım dedim, şaşırdı..." diyerek anlatıyor kendini  Necdet Turhan.

Rehabilitasyonun ardından 1988 yılında son sınıf derslerini dışarıdan vererek lise öğrenimini tamamlayan Turhan, 1989 yılında ilk tercihini kazanarak üniversite yaşamına ODTÜ'de başladı. ODTÜ, spor yaşamının da başlangıcı oldu.  Ancak Üniversite'nin Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda önceleri biraz garipsendi, etkinliklere alınmak istenmedi. Fakat o inat etti ve kendisine ilk yıl gösterilen bu yaklaşıma küsmedi. Dağlara götürülmese de, Dağcılık Kolu'nun antrenmanlarını ihmal etmedi. Katıldığı antrenmanlar sayesinde atletizmle de tanışmış oldu ve bir daha da koşmayı bırakmadı. Dağları doğayı bırakmadığı gibi...

Bir sonraki yıl eğitimlerini almaya başladığı ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda geçen 3 yılın bitiminde; gözlerinin hiç görmemesi nedeniyle   dağlarda yürürken kullandığı çan sesini izleme tekniği ortaya çıkmış, temel dağcılık eğitimlerini almış, görme düzeyi sıfır olan engelli bir sporcu için hatırı sayılır etkinlikler olarak kabul edilebilecek; Bey Dağları, Erciyes gibi faaliyetlere katılmış ve en önemlisi de üç yıl boyunca gösterdiği etkin üyelik sebebiyle, gelişinde sorun yaşadığı ODTÜ Dağcılık Kolu'nun onur üyeleri arasına seçilmiştir artık. Yaşadıklarını; "ODTÜ  Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda  ilk yıl dağlara götürülmeyişim, Bana çekinceli yaklaşılmış olması aslında doğal bir tutumdu... Zira sıra dışı bir olgu olarak karşılarındaydım Kol Yöneticisi arkadaşların.  Tanıdılar daha sonra beni ve aşama, aşama süreç içinde çözüldü sorunlar...” şeklinde ifade etmektedir.

Turhan, ODTÜ ile başlayan spor sürecini mezuniyeti sonrasında da sürdürdü. Dağlar yaşamında daha belirgindir. Atletizm, uzun yıllar, dağcılığının kondisyon çalışması olarak kaldı.

Uzun mesafe koşuları, Avrasya maratonu ile birlikte yaşamının bir parçası oldu. Aslında yaşamı bir maratondu onun. 2002 yılında New York Maratonu'na katıldı. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu tarafından gönderildiği bu maratonda yine bir ilki gerçekleştirdi. Çünkü Necdet Turhan, ülkesini yurt dışında temsil eden ilk Görme Engelli Milli Atlet olmuştur.  Japonya'da Dünya Körler Maratonu'nu koşarak ikinci kez Milli olan  Necdet Turhan'ın Küresel Projesi, başlığında içeriğini de yansıtmaktadır
; "5 Kıtada 5 Maraton, 5 de Zirve"

Bursa Nilüfer Belediyesi Personeli ve Sporcusu Necdet Turhan, şu ana değin Asya, Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika'da hedeflediği  toplam beş uluslararası maratonu dört saatin altında dereceler ile koşmuş ve Projesinin Dağlar etabı kapsamında Asya'da 5137 m. Ağrı, Afrika'da 5895 m. Kilimanjaro, Avrupa'da 3200 m. Teterousse  Zirveleri'ne tırmanmış durumdadır...
Bu aşamadan sonraki hedefleri olan Avusturalya ve Amerika Kıtalarındaki tırmanış hazırlıklarını "Engelimiz Bize engel Değil" diyerek sürdürmekte ve Dünya'da İlkler arasında yer alabilecek Küresel Beş Kıta Projesi için destek beklemektedir...
 Görme Engelli Sporcunun ulaştığı zirvelerde açtığı pankartlardaki sloganlar:

 YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK.
DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR.

 Yukarıdaki satırlar Türkiye’nin görme engelli ilk dağcısı ve milli atleti Necdet Turhan'ın web sayfasındaki (www.necdetturhan.com) özgeçmişinden derlenmiştir. Konu kişinin kendini motive etmesi olduğunda daima aklıma gelen kişi “Necdet Turhan'dır. Hayalleri, tutkusu ve coşkusu ile çok önemli başarılara imza atmış ve etmeye devam edecektir.

“öz motivasyon”, belirlenmiş hedefe ilerlenen yolda en önemli gücümüzdür.  Bununla birlikte, kendimiz ile ilgili bir çok konuda olduğu gibi bu süreçte de zorlanırız. Bu anlamda, üzerinde en çok durulması gereken husus “istemek” tir. İstek enerjisi,  hayallerimizin gerçekleşmesi ve hedefe ilerleme konusunda çok önemli katkılar sağlamaktadır.

Yol haritamızı işe aşağıdaki adımlara uygun olarak belirleyebiliriz:
 
Öncelikle kendimizi hedefimize giden yol için uygun olarak programlamalıyız. Bu programlama aşamasında şu konular önemlidir;
* Olayların ve insanların olumlu tarafını görmek.
* Başaracağına inanmak.
* Kendinden emin olmak ve isabetli bir öz değerlendirme yapmak önemlidir. Geçmişteki başarılarınızı hatırlamak size iyi gelecektir.
* Başarıya aç olmak. Gerçekten istemek.
* Tersliklerin olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. Bunları aşabilmek için pes etmemek. Engellerin, gözümüzü hedeflerimizden ayırdığımız zaman gördüklerimiz olduğunu unutmamak gerekir.
 
Yolculuğu planlamak ve geliştirmek
* Hedefleri olumlu seçmek. Ne istediğine odaklanmak. Ne istemediğine değil.
* Hedefi yeterli büyüklükte seçmek. Ne ulaşılamayacak kadar yüksek, ne de çok kolaylıkla elde edilecek kadar küçük. Çıtayı doğru yere koymak.
* Sürecin ilerleyişini izlemek. Hesapta olmayan durumlar çıktığında gerekli önlemleri alabilmek. İyi gidişten kendini motive edici sonuçlar çıkarabilmek.
* Uygun zamanlarda molalar vermek. Güç toplamak ve sürece zaman zaman dışardan bakabilmeyi sağlar.
* Gerçekten sevdiğin ve istediğin hedefe yürümek. Hedefleri seslerle, renklerle, kokular ile hayal etmek.
* Hedefe ulaşmanın diğer faydalarını düşünmek. Sağlayacağı çevre, getireceği prestij, sağlayacağı güç vs.
* Hata yapmaktan korkmamak. Hataların farkına varmak, dersler çıkarmak ve güçlenerek ilerlemek.
 
Yolda kalmak ve yolda emin adımlar ile ilerlemek önemlidir.  Bu esnada dikkat edilmesi gereken konular;
* Etrafında motive ediciler bulundurmak. Hedef ile ilgili fotoğraf, film, başarı hikayeleri, poster gibi araçlar bulundurmak
* Yolda ilerlemenizi sağlayacak dostlara sahip olmak. Bu konuda aile bireyleri ve arkadaşların katkıları önemlidir. Bu konuda benzer deneyimleri yaşamış birinin rehberliği çok daha değerlidir.
* Öğrenmeye ve gelişmeye devam etmek.
* Sadece kendin ile yarışmak.
* Deneyimleri başkaları ile paylaşmak, tartışmak.
* İşler iyi gittiğinde hedefi büyütmek.

 
 
 

 

5 Şubat 2014 Çarşamba

Oldum Demek Öldüm Demektir.....(Yunus Emre)


Ey Nefsim;
Seni Sen Yapan Benim, Beni de Ben Yapan Sensin, Ya Yola Gel
 Beraber Gidelim, Ya da Yoldan Çekil Ben Hakka Gideyim......
                                                                                          Mevlana

 Şahsına münhasır saygıdeğer Hocam, eğitimci-Yazar Fehimdar Çiftçi 'den;

ÇOCUKLARI KIYAS ZİNCİRİNE VURMAYALIM        

"Kendini değerli görüyor.
Çocuktur yapar…
Evet, kendisini olduğu gibi kabul ediyor."
Günlük hayatın içinde en çok duyulan cümlelerdir. Kişilik şekillenmesinde de önemli bir
adım sayılan ve günümüz dünyasında revaçta olan özgüven duygusu,
 biz yetişkinlerin “O daha çocuk, henüz bu işlerden anlamaz” dediğimiz çağlarda,
anlayacağını anlamış olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada bahsedeceğimiz
husus özgüven gelişimdir. Yetişkinlerin tutumu ve davranışları yetişen çocuğun
geleceğine menfi veya müspet ipotek koymaktadır. Özgüven gelişimi çocukluğun ilk yıllarından
itibaren evvela anne-babanın, daha sonra da çocuğun sosyal çevresini oluşturan bireylerin
verdikleri geri bildirimler ile oluşur. Burada şu önemli hususa dikkat etmek gereklidir. Keskin
söylenmiş bir cümle ile özgüven yıkılmadığı gibi seller sular gibi bir yorumla da gelişmez.
 Çocukların kişilikleri, kendi etki ve tepki davranışları ile çevreleri üzerinde yarattıkları
etkileri gözlemleyerek gelişir.            
     
Yapılan inceleme ve gözlemlere göre bu önemli duyguyu “problem” olarak yaşayan ve
 kararsızlık içinde bocalayan insanların ekseriyeti ailelerin ilk çocuklarıdır. Çocuğa
gösterilen tutum, mükemmeliyetçi bir çaba ve eleştirel bir yaklaşımdır. Eğer çocuk
 anne-babasından ve bulunduğu ortamdan olumlu geri bildirimler alıyorsa o zaman
kendisinin yeterli ve sevilebilir bir birey olduğunu düşünür ve bu düşünce daha sonrasında
 inanışa ve kişilik özelliğine dönüşür. Şayet sürekli sınırlama ve olumsuz eleştirilerle karşı
karşıya kalıyorsa o zamanda kaplumbağa misali kabuğunda kendini dinleyecek ve hareketli
hayatın ritmi içinde silik ve donuk bir birey olarak yaşayacaktır. Yaşının üstünde olgunluk beklenen
 ilk çocuklar, yetersizlik duygusuna kolay kapılabiliyorlar. Bu yetmiyormuş gibi anne baba ve
öğretmen baskısına bir de dayak atma faslı eklenirse güvensizlik duygusu o çocuğun ömür boyu
 yol arkadaşıdır.
Kırsalda yapılan erken evlilikler ve çok genç yaşta çocuk sahibi olan anne ve babalar,
tecrübe ve bilgi birikimi olmadan evli insanlar olarak topluma karışmakta ve “çocuğun
 çocuğu olmuş” sözlerine muhatap olmaktadır. Kentlerde ise bu durum iş, tahsil etme, ev
 sahibi olma gibi sebeplerden dolayı ötelenmiştir. Anne ve babaların çocuklarına karşı şartsız bir
 sevgi kalplerine şifrelenmiştir ama yeterlilik durumu da sevgi kadar önemlidir. Bu yeterlilik koşullu
 ve koşulsuz sevginin ayırdına varacak kadar gelişmiş olmalıdır. Koşulsuz sevgi, “ben ne yaparsan
yapayım babam ve annem beni severler, beni kabul ederler.”
 Bu duygu çocuğu hayata bağlayan en önemli güç merkezi durumundadır. Ancak koşullu
 olarak sevildiklerini hissederlerse (şunu yapmazsam, başarılı olursam, uslu durursam,
onları üzmezsem,  beni severler) yetişkinleri memnun etmek için girişilmiş bu duygunun
 halkaları içinde kalırlar ki, özgüven gelişimine vurulmuş büyük bir darbedir. İşte bunu
 ayıracak yeterlilik ve bilgi birikimi olmalıdır. Anne babanın ne kadar özgüvenli oldukları
 da, çocuğun kişilik gelişiminde oldukça önemlidir.          
Çocuklarımız, yetişkinleri taklit ederek öğrendikleri için, özgüvenlerinin yetişkinlere benzer
 olması muhtemel görünüyor. Yetişkinler iyi bir model olmalıdır. Biz artı ve eksi yönlerimizi
doğru olarak tanımlayabiliyorsak, hayata bakış açımız ve problemleri çözme tarzımız
karışık, abartılı, bunalımlı ve şikâyetçi değil de, çözüm odaklı ise çocuklarımızda bu
 davranış modellerini örnek alacaklardır. 
Yaşadığınız ortamda kuralların belirsiz olması veya hiç olmaması durumunda da özgüven
 gelişimi olumlu bir durum oluşturmaz. Çocuk hangi durumda nasıl davranması
gerektiğini öğrenemez. Sınırlar belli olmadığı için nerede duracağını bilemez.
Davranışlarının sonuçlarından kazanım sağlaması ve gerekli becerileri geliştirmesi zorlaşır.
 İlk önce onu kendi kişilik yapısıyla ve kendi bireyselliğiyle kabullenmek gerekiyor.
Çocuğumuzu bizim küçük kopyamız olarak algılamak yanlış bir tutumdur. O kendine has,
 eski tabirle “nevi şahsına münhasır” bir bireydir. Her çocuk belli yeteneklere sahiptir.
Yetenekli olduğu alanlarda desteklemek gerekir. Bir de yetenekleri erken yaşlarda uzmanı
 ile buluşturacak yolu açmakta yetişkinlerin görevidir. Kıyas öldürücü virüstür. Kardeşler
 bile birbirinden farklıdır. Bu doğal sonucu kıyas zincirine vurmayalım.
Şunları yapalım:
Yaşını dikkate alalım ve yerine getirebileceği sorumluluklar verelim. Zaman zaman
 oyunlarda yalnız bırakmayalım. Zira “Çocuk, oynaya oynaya akıl denizine ulaşır.” Bir
başkası ile kıyas yapmayalım. Zira kıyas öfkeyi, öfkede saldırma temayülünü geliştirir.
Sevdiği ve hoşlandığı şeyleri birlikte yapalım. Bu iyi davranışları ödüllendirmek gibidir.
 İyi olanı teşvik etmektir. Ailemize mutluluk getirdiğini, sevindiğimizi hatırlatmaya çalışalım
 ve sözlerimizle duyurmaya gayret edelim. Bizim için çok değerli olduğunu söyleyelim;
 kendini değerli görüp başkalarının da değerli olduğu bilincine ulaşacaktır. Korumacı
 tutum sergilemeyelim. Yani düşen çocuk için seferber olmayalım. Onun gözyaşları bizi
 de ağlatmasın. Düştüğü yerden kendi kalksın. Her şey tam ve mükemmel olmayabilir.
 Artılarını da eksilerini de tanıma fırsatı verelim. Türk Milleti olarak olumsuz olanları
 söylemeye daha yatkın bir durum içindeyiz. Bunları çok tekrar etmeyelim, zira
 kanıksanabilir. Kurallarımız belirgin ve net olmalıdır. Aile içi iletişim kadar kişiler
arasında ki iletişime de önem vermeli ve demokrasi kuralı içinde kalmalıyız. Ailede demokrasi her
kesin aklının estiği her şeyi yapması demek değildir, tam tersi başkasının hak ve özgürlüklerine
saygı göstermek, sorumluklarının farkında olmak anlamına gelir. Bu tutum haline dönüşmelidir.
Çocukların yapacağı işleri, onların yerine biz yapmayalım.
 Bu aceleci durum sabrın öğrenilmesini engellemekte, beceri kazanmasının yolu
kapatılmaktadır. Bütün çocuklar güzeldir. Bu yüzden fiziksel özelliklerini olumsuz
eleştirilerimize katık yapmayalım. Çocukları dinlemek, onları anlamaktır. Biz dinlersek
 onlarda başkalarını dinlemeyi öğrenir. Özgüvene sahip olmak sadece yaptıklarımızın
 değil kişiliğimizin değerli olduğuna da inanmaktır.
 
İnsan öğrenmeye muhtaçtır, gelişim anne karnında başlayıp devamlılık arz eder, nesiller
boyunca sürer gider. Her nesil olgunlaştıkça, gelecek nesli büyütür!!!
 

İNSAN BİLDİKLERİYLE BİLMEDİKLERİNİ DÜŞÜNÜR!........İNOVASYON!!!!!!




Fikir Projeyle Buluşmazsa Sonuç Sübuta Ermez!!!:::::

(O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti, YA BUGÜN???)

Teknoji kullanımına dair yaşanmış eğitici bir paylaşımı, aşağıda Saygıdeğer Hocam Hıfzı YETKİN'den  aynen naklediyorum......

Newton Renk Çarkı
(Öğretme, teknolojiyi kullan öğrenmeyi sağla)
Yıl 1970. O yıllarda şimdiki Fen ve teknoloji dersi, Fen ve Tabiat Bilgileri adıyla anılıyordu . Öğrenciler de İlgi Grupları ile Çalışma yöntemine yer vererek dersleri kendileri aktif olarak işlemekteydiler. Öğretmen de; öğrenci sunumlarından sonra eksik kalan ya da gelen sorulardan anlaşılmadığı düşünülen konular olduğunda küme çalışması sonunda o konuya değinirdi.
Küme konusunu aktardı. Ünite konuları arasında Newton Çarkı da vardı. Konuyu hazırlayan öğrenci (ders kitabını esas alarak) yaklaşık olarak : Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.” Şeklinde bir sunum yaptı.
Sınıfın bir üyesi olarak derse –dinleyerek- katılıyordu. Öğrencisi anlatırken, içinden ; ‘’Tamam anladım da? Hadi açık mavi, açık pembe vb. renkler beyaz gibi görünebilir. Ama ya bu kırmızı, mavi, mor nasıl beyaz görünür?’’ diye geçirdi. Sınıfa bir göz attı. Herkesin gözünden: “beyaz olur” sözüne “Hadi canım sende?” itirazlarının geldiğini okudu. Birden konuyu aktaran öğrencisine destek olmak ihtiyacı hissetti. Konuya:
—Ne olurmuş? Sorusu ile girdi.
— Beyaz olurmuş, öğretmenim!
—Nereden biliyorsunuz?
Öğrenciler şaşkın:
— Eee! Sen dedin, öğretmenim.
— Başka?
— Newton dedi.
— Başka?
— Hatice dedi.
— Başka?
— Kitap da yazıyor.
— Aferin.
— Demek ki ne olurmuş?
—Beyaz olurmuş, öğretmenim! (Bu ses koro halinde geldi).
Ders bitti, huzursuz. Bu renkler gerçekten beyaz olur mu? Diye kendi kendisi ile tartıştı. Tamam, açık renkler olabilir canım da ya koyular kırmızı yeşil nasıl beyaz görünür diyordu. O güne kadar ne ilkokul öğretmeni; ne ortaokuldaki öğretmenleri ne de öğretmen okulunda bu konunun deneyini yapmamışlardı. Ona da öğretmenleri onun şimdi yaptığı gibi, Newton beyaz olduğunu kanıtlamış demişlerdi. Ama bu söylem tereddütlerini giderememişti. Bu kuşku öğrencilerinde de vardı. Hem kendi kuşkusunu hem de öğrencilerinin kuşkusunu gidermeliydi. Ama 1970 yılı koşullarında Newton çarkını deney veya gözlem yoluyla öğrencilerine anlatabileceği araç ve gereci yoktu. Ya da onu ispatlayacak bir düzenek aklına gelmiyordu.
—Beyaz olur, dedi. O günlük, orada bıraktı.
Aradan birkaç gün geçti. Hafta sonu, komşu köylerden birinin düğüne okudular (davet ettiler). Olur, dedi. Hediyesini aldı. Yanında köylülerle vardı düğün yerine. 32 köyden iki tanesinde okul; bu iki okulda da birer öğretmen vardı. Düğüne diğer köydeki öğretmen arkadaşı da gelmişti. Selamlaşıp sohbete başladılar. 32 köyden gelen tüm konuklar neredeyse düğünü bırakmış, iki öğretmenin sohbetine dalmışlardı. Herkes bu iki öğretmenle ilgili iken düğüne gelen tüm çocuklar da köylülerden birisi ile (Horhorcu Recep) ilgiliydiler. Recep’in elinde, içinden ip çıkan bir ceviz ve üzerindeki tek kanat pervaneye benzer bir oyuncak vardı. İpi çekip bıraktıkça, pervane bir sağa bir sola hızla dönüyor; dönerken de hooooor hooor diye bir ses çıkarıyordu.
Beyninde yüzlerce sinir ucu birbirleriyle iletişim kurdu. Bunu Newton çarkı olarak kullanabilirdi. Yanındakilerden özür diledi. Hızlıca ayağa kalktı. Horhorcunun yanına vardı. Recep’i kısaca övdü. İncelemek için bir horhor istedi. Oracıkta dikkatlice inceledi. Aradığı, düşünüp düşünüp çıkış yolu bulamadığı; kendisine gerekli olan teknolojik araç en gerekli olduğu zamanda, bir dağ köyünde karşısına çıkmıştı. Horhorcuya;
—Satsana bana da bir tane!
Horhorcu şaşkın ve biraz da önemsendiğinin farkında.... Tüm konukların gözü de üzerlerinde:
—Ne yapacan, öğretmen?
—Gerekli usta ! Ver bir tane de bana ver.
—Valla! Öğretmenler çocuklarla uğraşa çığrışa çocuk olur derlerdi. Baak doğruymuş!
— Uzatma, kaç liraysa söyle bir tane ver. Recep cebinden iki horhor çıkardı.
— Yaa bu Güzelkaya’nın öğretmeni iyi adam be! Diyerek verdi. Israr fayda etmedi. Para falan da almadı. Osman öğretmen de meraklandı.
— Ne işe yarayacak bu? Diye sordu.
— Newton çarkı olacak; onu anlatacağım çocuklara.
— Harikasın! Denedikten sonra benimle de paylaş.
— Hay hay öğretmenim! Elbette.
O gün, akşam zor oldu. Gün bitmek bilmedi. Güneş batana kadar, düğün sahibine ve düğüne birlikte gittiği arkadaşlarına ayıp olur düşüncesi ile düğün evinden ayrılamadı. Güneş Akkaya’nın arkasına dolanınca, düğün sahiplerine hem kendi hem de köylüleri adına:
—Hayırlı olsun! Mesut yaşasınlar! Dileğinde bulundu. Ve:
—Bize izin, dedi.
Osman öğretmenle de karşılıklı;
—Birgün bizi de onurlandır. Bekleriz. Diye vedalaşıp, Güzelkaya yoluna dizildiler. En önde kendisi koşar adım… Köylüler:
—Öğretmen! Evde bekleyenin, köyde yol gözleyenin mi var? Bekâr adamsın. Ağırdan al Allah aşkına!
Takılmalarına cevap vermedi. Horhoru nasıl Newton çarkına dönüştürecek onu tasarlıyordu.
—İyi geceler öğretmen! Seslenişleri ile iki saatlik yolu doksan dakikada bitirerek köye geldiklerini anladı. Tüm yol arkadaşlarının ayrı ayrı ellerini sıktı.
—İyi geceler! Diledi.
Birkaç köylünün eve konuk olarak davet etmelerini de teşekkür ederek kabul etmedi. Kestane ağacından; hiç metal çivi kullanılmadan, geçmeli olarak yapılmış ve kendisine tahsis edilmiş; tek odalı, petrol lambalı, gazocaklı evine geldi. Karanlığı, “muhtar çakmağı’’ ile aydınlatmaya çalıştı. 12 Numara şişeli petrol lambasını buldu; ıslattığı bezle iyice sildi, kuruladı ve yaktı. Köylülerin kendisine hediye ettikleri açılır-kapanır, ağaç sandalyesine minderini yerleştirdi. Yine kestane ağacından yapılmış masasının biraz yükseğindeki -tahta duvardaki- ağaç çiviye lambayı astı. İspirtoyu gövdesindeki minik çanağına dökerek gazocağını yaktı. Çaydanlığı üzerine koydu. Horhorun ipini çekip bıraktıkça bir sağa bir sola dönüşünü büyük bir keyif içinde izledi. Horhoru inceledi. İrice bir cevizin enlemesine ortasından aşağıya doğru 4mm.lik bir delik ile bu 4 mm’lik delik ile dik açı oluşturacak şekilde 2 mm.lik bir delik daha delindiğini, 4mm’lik deliğe pervanenin delik kalınlığındaki çubuğunun takıldığını, bu çubuğa da yan delikten gelen ipin bağlandığını gördü. Halkın yaratıcılığı umudunu artırdı.

Birinci hamur beyaz kâğıdın çok zor bulunduğu günlerdi. Kitaplarına baktı. Kıyamazdı ama beyaz kâğıt gerekliydi. Öğretmen okulunda okudukları sosyoloji kitabının arka kapağı en beyaz olanıydı. Eline aldı; birkaç kez evirdi, çevirdi. ‘’Yaralı portakal’’ hikâyesi geldi aklına. Kıyamadı, kitabı elinden bıraktı. Bir süre gazocağı ve çay ile ilgilendi. Ama keşfetme isteği içini kemiriyordu. ‘’Sosyoloji kitabım seni ciltleyeceğim’’ Sözünü verdi. Bu diyalog hoşuna gitti. Kitabında mutlu olacağını düşündü. Hatta şöyle algıladı. Sosyoloji kitabı: ‘’Hadi başla!’’ diyordu. Başladı. Kitabın arka kapağını özenle kesti. Pergel ile dairesini çizdi. İletki (açıölçer)yi kullanarak renklerin dilimlerini belirledi. Çok önceden gazoz kapakları içine kendi hazırladığı suluboyalarını çıkardı. Atın kuyruğundan yaptığı fırçalar ile çarkı renklerine boyadı. Doğal olarak kurumasını bekleyemedi. Petrol lambası ısısından yararlanarak kuruttu. Hafif buruşmayı gidermek içinde kömür ütüsünü gazocağında ısıtarak, boyadığı kartonu iki kâğıt arasında ütüledi. Tutkal ile horhorun (ceviz çark) üzerindeki pervaneye yapıştırdı. Bir süre kurumasını bekledi.
 Ama dakikalar geçmek, tutkal da kurumak bilmiyordu. Yelkenli marka küçük yuvarlak aynayı masaya yerleştirdi. Horhorun ipini çekip bırakarak kısa bir deneme yaptı. Hızlandırmaya başladı. Çarkın hızı artıp beyaza yakın rengi yakaladığı anda kalbi duracak gibi oldu. Hiç kilitlemediği oda kapısını o gece kilitledi. Bu renk algısını sanki Newton değil de kendisi icat etmiş gibi sabaha kadar uyuyamadı.

O gecenin sabahında, güneşin sandığından daha parlak doğduğunu gözledi.Tıraşını oldu. Sarı bakır musluk taktırdığı tenekedeki su ile elini yüzünü yıkadı. Koşar adım okula gitti. O güne kadar hep öğrenciler önce gelir, kendisi sonra giderdi. O gün öğrencilerini o karşıladı:
—Günaydın Ramazan! Hoş geldin!
—Hatice günaydın! Hoş geldin! Diye hepsini selamladı. Daha sonra sıra olup andımızı okudular. Sınıfa girdiklerinde kısaca Dünyadan, ülkeden, köyden günlük olayları konuştular.
İçi içine sığmıyordu:
—Çocuklar geçen gün Newton çarkı üzerinde konuşmuştuk.
—Eveeeet öğretmenim!
— Peki, Newton ne demişti, kim tekrarlayacak bize? Bir iki parmak havaya kalktı, birisi Ramazan.
— Ramazan söyle bakalım!
—Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.”
—Ama siz pek inanmamıştınız değil mi? Ben de öyle diyemedi. Sınıfta gülüşmeler oldu.
—Peki, herkes arkasına yaslansın bakalım!
Meraklı gözler eşliğinde, masanın üzerindeki torbadan gece hazırladığı ceviz çarkı çıkardı. Çarktaki renkleri izletti. Tek tek renklerin adlarını sordu. Cevaplarını aldı. Ve çarkı döndürmeye başladı. Beyaza yakın rengi yakaladıklarında tüm öğrencilerinin gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi olduklarını gördü. Sanki öğretmenleri sihirbazlık yapıyordu. İzledikçe, bir daha öğretmenim, bir daha diye talepler yükselmeye başladı. Bir daha, bir daha… Birkaç kez daha hep birlikte denediler. Eğitim çalışmalarında araç kullanmanın değerini ve teknolojinin kıymetini o gün keşfetti. Yeni öğrenmelere yelken açabilmenin çok önemli bir sırrına ermişti. O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti. Ama bugün, o konuda sınırsız ve uçsuz bucaksız okyanuslar var elimizde. Bilgisayar var. İnternet var. Ne olur teknoloji kullanmanın cimrisi olmasın öğretmenlerim.
                                                                      

EKPSS(Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı)DUYURUSU !!!!....

 
 
 
2014-EKPSS sınavına başvurabilmek için hangi belgelere sahip olmak gerekiyor?
  1. EKPSS Aday Başvuru Formu (ÖSYM kılavuz ile birlikte yayınlayacaktır)
  2. 14/01/2012 tarih ve 28173 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe giren Engellilik Ölçüt, Sınıflandırması ve Engellilere verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun %40 ve üzerinde engelli olduğu belirtilen engelli sağlık kurulu raporları
  3. Öğrenim durumunu gösterir belge (diploma, mezuniyet belgesi, sınava başvurduğu öğrenim düzeyinden mezun olabileceğini gösterir resmi belge)
  4. Nüfus cüzdanı veya pasaport (Nüfus cüzdanında fotoğraf vb. T.C. Kimlik Numarası bulunmalı, pasaportun süresi geçerli olmalıdır.)
  5. İlköğretime başlama yaşı öncesi işitme engelli olan adayların bu durumunu gösterir resmi belge/belgeleri ( Sınava girecek ilköğretime başlama yaşı öncesi işitme engelli olan adayların bu durumlarını; ilköğretim (ilkokul-ortaokul) işitme engelliler okulunda okuduklarını gösterir diploma veya ilköğretim çağı öncesi işitme engeli olduğunu gösterir engelli sağlık kurulu raporu veya ilköğretim çağı öncesi işitme engelli olan işitme engellilerden kaynaştırma okuluna gidenlerin işitme engelli olarak okumuş olduklarını gösterir okul diploması/mezuniyet belgesi veya ilköğretim çağı öncesi işitme engeli olduğunu gösterir diğer vb. resmi belgeler ile belgelendirmeleri gerekmektedir. Bu durumdaki adaylardan ilköğretim çağı öncesinde işitme engelli olduğunu belgeleyemeyenler, ilköğretim çağı öncesi işitme engeli olmuş kabul edilmeyeceklerdir. Sadece kuraya başvuracak adayların bu belgelerini İl Müdürlüklerine getirmeleri gerekmektedir.)
  6. Varsa; 2006 yılından sonra mezun olan veya ÖMSS’nin yapıldığı yıl itibariyle mezun olabilecek durumda olan zihinsel engelli adayların, Rehberlik Araştırma Merkez (RAM) raporları, mezun olacakları/oldukları zihinsel engellilere ait okul diplomaları/öğrenim durumlarını gösterir resmi belge (Sadece kura ile yerleştirmeye katılacak adayların, varsa bile, bu bilgilerini İl Müdürlüklerine getirmeleri gerekmemektedir.)
Bu bilgiler, 2012 ÖMSS sınav kılavuzundan alınmıştır.2014 Başvuru kılavuzundan ve internet üzerinden, olası değişiklikleri takip etmenizin yararlı olacağı kanısındayım...
  1. 2014- EKPSS sınav başvuru tarihi ve sınav tarihi ÖSYM tarafından açıklanmıştır.
Sınav başvuru tarihi  : 24 ŞUBAT 2014 - 07 MART 2014

Sınav tarihi               : 27 NİSAN 2014  
10.Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı
2014-EKPSS **
27.04.201424.02.2014
07.03.2014
ÖSYM Sınav Koordinatörlükleri, Ortaöğretim Kurumları,
www.osym.gov.tr