31 Aralık 2012 Pazartesi

OKULUMUZA UYGULAMALI OTEL ODASI AÇTIK!!!!!






Çankaya Özel Eğitim Meslekî Eğitim Merkezi-Okulu olarak içinde bulunduğumuz bilgi çağında BİLGİ'nin 5/4'ünün İLGİ olduğu gerçeğinden yola çıkarak öğrencilerimiz için yararlı olacağını düşündüğümüz bir işi daha gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.Okul ortamlarını zenginleştirerek öğrencilerin eğitimine katkı sağlayabileceğimiz farkındalığı ile 2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı itibarı ile açtığımız,  Konaklama ve Seyahat Hizmetleri Bölümü için "UYGULAMALI OTEL ODASI" hazırlanması projesinde destekçilerimiz Ankara İKEA Müdürlüğü ve  velimiz Erol AKÇİN'di.
Proje kapsamında  hafif düzey zihinsel engelli öğrencilerin eğitim aldıkları ve çalışma hayatına hazırlandıkları MEB Çankaya Özel Eğitim Mesleki Eğitim Merkezi Okulu’nun “Konaklama ve Seyahat Hizmetleri Bölümü” için bir sınıf baştan dekore edilerek otel odasına dönüştürüldü. Öğrencilere, bir otel odasının hazırlanma sürecini uygulamalı olarak öğrenme ve pratik yapma fırsatı sunacak olan otel odasının açılışı, 28 Aralık tarihinde MEB Çankaya Özel Eğitim Mesleki Eğitim Merkezi Okulu’nda yapıldı. Ayrıca ,okulumuz öğretmenlerinin rehberliğinde öğrencilerinin el emeği göz nuru olan çalışmalarının sonucunda ortaya çıkardıkları ürünlerin satışa sunulduğu"Geleneksel Yılbaşı Kermesi"katılımcıların beğenisine sunuldu.2012 Yılını böylelikle yine yeniliklerle sonlandırıyor olmak bizleri inanılmaz mutlu kılıyor.
          "Hiç kimseye birşey öğretemezsiniz,ancak içindekini keşfetmesini sağlayabilirsiniz"...Galileo
http://cankaya.meb.gov.tr/www/cankaya-ozel-egitim-okulu-meslek-egitim-merkezi-kermesi/icerik/48

http://cankayaisokulu.k12.tr/index.html










“Eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur.” M. Kemal Atatürk

Değerli arkadaşlar;yeni yılda vücudunuzdan sağlık,gönlünüzden sevgi,yaşam alanınızdan mutluluk,çevrenizden sevdikleriniz,cebinizden paranız,kısacası maddi manevi olgunluk ve doygunluğunuz had safhada olsun İNŞALLLAHHHH!

9 Aralık 2012 Pazar

Şeb-i Arus,Hz. Mevlana'nın düğün gecesi

Hazret-i Mevlâna’yı Anma ve Vuslat yıldönümü törenleri her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilmektedir.
Şeb-i Arus, düğün gecesi demektir. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleriyle özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 günü Hakk'a yürümüştür.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'a kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu
ve dostlarına ölümünün ardından ah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

“Ölüm günüm, düğün günümdür” tabirini kullandığı için anma törenleri, düğün günü ya da vuslat günü manasına gelen “Şeb-i Arûs“ olarak adlandırılmaktadır. Onun düşüncesinde ve fikirlerinde ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir."Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir" diyerek gönüllerdeki ölümsüzlüğe dikkat çekmiştir.
Hz. Mevlâna, "Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan" ifadesiyle de ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğuna dikkat çekmiştir.Allah (cc) Kur’an da haber veriyor; "Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz" (Ankebût, 29/57)

Allah’a, yani özüne döndürülen bir ruh için yokluk manasında kullanılan ölüm ifadesi, nasıl bağdaştırılabilir.
Hazreti Mevlâna ömrünü, Kur’an’a ve Peygambere adamasına rağmen, gelecekte hakkında çıkabilecek yalan ve iftiralara daha hayatta iken gereken cevabı vermiştir.
“Bu canım var oldukça ben Kur'an’a tutsağım Şeb-i Arus Törenleri
Muhammed Mustafa’nın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”
 

Şems’ten ayrılık onu çok üzmüştü, ama sonunda Onu kalbinde bularak arayışını terk etti. Bu halini şu beyitle dile getirerek sevgi ile ulaşılacak mertebelerden haber vermiştir;
“Beden bakımından ondan ayrıyım ama bedensiz ve cansız ikimiz de bir nuruz.Ey arayan kişi! İster Onu gör, ister Beni. Ben O’yum, O da Ben.”
 Burada tarif edilen hal, tasavvuf edebiyatında sevenlerin birbirinde yok olma hali olan “fenâ halidir”.Hz. Mevlâna, şikâyet edilen ayrılıkların çaresinin, “sevgi” olduğunu da haber vermiştir.
Hz. Mevâna’nın çağrısı; Allah’ın kulları için sürekli açık tuttuğu tövbe kapısınadır. Başka mana aramaya gerek yoktur. 
              İşte Kur’an’ın beyanı;
"Allah 'a göre şu kimseler bir tövbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler..." (en-Nisa, 4/17)
              İşte Peygamberin beyanı;
“Can boğaza dayanmadıkça Allah (cc) kulun tövbesini kabul eder.” (Tirmizi)
              İşte de Mevlâna’nın çağrısı;
Gel! Ne olursan ol, yine gel...
İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta...
İster yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni...
Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel.
Onun çağrısı Hakka, hakikate, doğruluğadır.

Hz. Mevlâna’nın “Şeb-i Arûsu” vesile kılınıp,dünya görüşleri beşeriyetle yüzyüze getirilmektedir. Onun büyük bir mütefekkir, olduğu gerçeği tüm dünyayla paylaşılmaktadır, kaldı ki "O" TÜM DÜNYAYA MAL OLMUŞ büyük bir "İnsanı Kâmil"dir... 

8 Aralık 2012 Cumartesi

"İNOVASYON TÜRKİYE 2012" Fuarı İSTANBUL'da yapıldıı


İnovasyon kısaca ürün, üretim yöntemi, pazarlama yöntemi ya da organizasyonel yapılanmalarda yeni ya da önemli ölçüde geliştirilmiş ve ekonomik ya da sosyal değer taşıyan çözümlerin üretilmesi olarak tanımlanıyor. I. Sanayi Devrimi’nden - 18.Yüzyıldan bu yana, ülkelerin rekabetçiliklerinin büyük ölçüde teknolojiyi üretebilme, etkin bir şekilde kullanabilme ve teknolojiye dayalı yeni çözümler geliştirebilme yetkinliklerine bağlı olduğu görülüyor. Fakat özellikle 1990’lardan itibaren ABD, Japonya, Güney Kore, İsveç, Finlandiya gibi ülkelerin teknoloji yönetimi ve inovasyon geliştirme konularına verdikleri büyük önem ve Ar-Ge’ye yaptıkları yatırımlar, rekabetçiliklerine ve çeşitli sektörlerde yakalamış oldukları büyük başarıya ve lider konuma doğrudan yansıyor.

2000’li yıllarda yürütülen çalışmalara baktığımızda da, OECD raporlarının tamamen inovasyon odaklı olduğunu ve çeşitli ülkelerin inovasyon politikalarının incelenmesine yönelindiğini görüyoruz. 2006 yılından başlayarak, 12 ülkenin inovasyon politikalarının gözden geçirildiği raporlarda, her ülkenin özgün koşulları irdelenmekte, inovasyon yaratmada devletin rolü üzerine odaklanılmakta ve her ülkenin inovasyon performansını iyileştirilebilmesi için yapması gerekenler, eğitim de dahil olmak üzere, somut öneriler şeklinde sıralanıyor. Geçen yıl, Mayıs 2010 tarihinde açıklanan “OECD İnovasyon Stratejisi” başlıklı çalışmada, inovasyonun kalkınmadaki rolüne odaklanılmakta ve bütünsel bir kalkınma gündeminin önemli bir parçası olması gerektiği vurgulanarak, “inovasyon en gelişmiş ülkelerden en azgelişmiş ülkelere kadar ekonomik büyümeyi sağlamakta ve yeni işler yaratmakta çok önemlidir” deniyor. Yani, OECD İnovasyon Stratejisi, sadece global dünyada rekabet edebilmek için değil, son yıllarda dünya ekonomisinin en temel sorunları olarak kabul edilen ekonomik büyümeyi, kalkınmayı sağlamak ve istihdamı artırmak için de inovasyonu bir çare olarak işaret ediyor. Buna paralel olarak da, bu sene Avrupa Komisyonu’nda “Büyüme için Inovasyon Bürosu” oluşturuldu.

Mikro ölçekte baktığımızda da, firmaların rekabet güçlerini oluşturan en önemli özelliklerden birinin inovasyon üretebilme kabiliyetlerinin olduğu görülüyor. Apple, Microsoft, Google, EBay, Facebook gibi marka değeri en yüksek şirketlerin entellektüel sermayeleri, fiziki sermayelerinden çok daha yüksek. Bu şirketlere değer katan en önemli faktörler; sahip oldukları insan kaynakları, kurumsal inovasyon kültürü, bilgiyi üretebilme ve yönetebilme yetkinlikleridir.

Günümüzdeki gelişmeler böyle iken, Türkiye’deki duruma baktığımızda; Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl yayınlanmakta olan “Küresel Rekabetçilik Endeksi” Raporuna göre, Türkiye’nin 2011-2012’de Küresel Rekabetçilik Endeksini oluşturan 12 bileşenden 5’inde ortalamanın altında bir değere sahip olduğu görülüyor. Bu bileşenlerden biri de inovasyondur. İnovasyon bileşeninde Türkiye’nin bu yıl tüm ülkeler içindeki konumu 2 basamak geriledi. Türkiye’nin inovasyon bileşeninde özellikle “patent” “entelektüel sermayenin korunumu” ve “Ar-Ge’ye yapılan şirket harcamaları” değişkenlerinde oldukça geride olduğu gözleniyor. Bunun anlamı, Türkiye’nin halen “ithal eden, ithal teknoloji ile üretim yapan” bir ülke konumunda olduğudur. Ancak düşük maliyetli üretim yapmaya dayalı rekabet stratejisi, gelişmiş ülke ekonomileri ile rekabet etmede artık yeterli olamamakta. Kısacası, Türkiye’de teknoloji ve inovasyon üreten bir ülke olma aşamasına geçilmediği ve sadece bir üretim üssü olarak kalındığı, başka bir deyişle teknolojik inovasyonda yetkinlik kazanılamadığı sürece, Türkiye’nin katma değer yaratılmasındaki payının giderek azalacağı, rekabet gücünü başka ülkelere kaptıracağı, yani dünya pazarlarında bir geleceğinin olamayacağı çok açık. Dolayısıyla ulusal rekabet stratejimizin;
      Katma değeri yüksek üretime, inovasyona, tasarıma ve markalaşmaya önem verecek şekilde oluşturulması bir zorunluluk haline geldi. Nitekim, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) 21. Toplantısı’nda kabul edilen Türkiye’nin “Bilim, Teknoloji ve Yenilik” Vizyonu; “ürettiği bilgi ve geliştirdiği teknolojileri, ülke ve insanlığın yararına yenilikçi ürün, süreç ve hizmetlere dönüştürebilen Türkiye”dir.Bu bağlamda da ülkemizde yapılan çalışmaların biraraya getirilmesi ve dünya ölçeğindeki çalışmalarla buluşturulması,bilgi,yenilik ve teknoloji paylaşımında bulunulması amacıyla bir dizi çalışma ve tanıtım projeleri olması yönünde fikir birliği oluşmuştur.







İNOVASYON TÜRKİYE 2012 Türkiye’de üretilen ve patenti alınan yenilikçi teknoloji ve buluşların en seçkin örneklerinin sergilendiği İNOVASYON TÜRKİYE FUARI, 01-04 Kasım 2012 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde düzenlendi. Toplamda 8.152 m2’lik alanda 588 yenilikçi teknolojik proje, ürün, patent ve buluş; yatırımcısıyla, çözüm ortağıyla,büyük şirketlerin CEO’ları,yöneticileri, yabancı ve yerli yatırımcı işadamları, medya ve meraklılardan oluşan toplam 9.826 kişi ziyaret etti. Fuarı ziyaret eden öğrenci sayısı ise 2.454 oldu.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Türk Patent Enstitüsü, TÜBİTAK, KOSGEB, TSE, kalkınma ajansları, teknoparklar ve çeşitli üniversitelerin destekleriyle Türkiye’nin teknoloji üreten yüzü görücüye çıktı.

2.İNOVASYON TÜRKİYE FUARI 24-27 EKİM 2013’TE

24-27 Ekim 2013 tarihleri arasında yine İstanbul Fuar Merkezi’nde ziyaretçilerine kapılarını açacak, 2013’te uluslararası kimliğiyle büyüyerek, dünyanın birçok ülkesinden katılımlarla,şimdiden alanında dünyanın en önemli organizasyonlarından biri haline gelmeye başladı.

2013’te fuarla paralel olarak, İNOVASYON HAFTASI ve İNOVASYON TÜRKİYE KONGRESİ düzenlenecek.

İNOVASYON TÜRKİYE 2013’te ULUSLARARASI KATILIMCILARINI AĞIRLAYACAK

Çeşitli ülkelerden gelecek katılımcılarla ilgili olarak ülke/kurum ölçeğinde anlaşmalar gerçekleştirildi. Bu anlaşmalarla, İNOVASYON TÜRKİYE FUARI hemen ikinci senesinde uluslararası fuar kimliğini kazanmış olacak.

İNOVASYON TÜRKİYE; bakanlığımızın ve ilgili kurumlarımızın işbirliğiyle 2023 Türkiye’si vizyonunun en önemli etkinliklerinden biri haline gelecektir.


7 Aralık 2012 Cuma

Sağ beyin duygusaldır!Sol beyin eril,sürece ve sonuca bakar,Sağ dişildir!

Sağ Ve Sol Beynin Şifreleri

 


Yapılan araştırmalar, her geçen gün beyin ile ilgili yeni bilgiler veriyor.
Eğitim sistemleri, kalıplar ve iş dünyası, insanların daha çok sol loblarını kullanmalarını sağlıyor. Yıllarca insanların düşünce kapasitelerini ölçen IQ’ya son yıllarda en az onun kadar önemli duygusal zeka (EQ) kavramı da eklendi. EQ sağ beyni kullanma kapasitemizin en az sol kadar önemli olduğunu ortaya koydu.
IQ ve EQ arasındaki en önemli farklardan birisi, IQ’nuza 7 yaşından sonra yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmaması. Ancak sağ beyin kapasitenizi her zaman istediğiniz kadar geliştirebilirsiniz.
 Kişinin duygularını tanıması ve beynini doğru yönlendirmesi de giderek önem kazanıyor.
Sol beyin ‘EĞER’ ve ‘FAKAT’ der;
Sol beyin, kelime ve sayılarla ilgilenen, sağ beyne nazaran geçmişin üzerinde daha çok duran beyin alanıdır. Bu alanın özellikleri, soğuk, keskin, köşeli, mesafeli ve sert olması, katı kurallarının bulunmasıdır. Sol beyin ‘eğer’ ve ‘fakat’ sözlerini çok kullanır. Bu iki kelime hemen karar vermemeyi ifade eder. Beynin sol tarafı, bir şeyi anlamaya çalışırken aynı zamanda ertelemeye de yatkındır. Ayrıca benmerkezci olma eğilimindedir. Kendisini mutlu edecek şeyleri önemser. Bu sebeple de kendisi önceliklidir. Erkeklerin sol beyinleri baskın çalıştığı için benmerkezci yanları baskındır. Beynin sol kısmı, iradeyi mantıksal olarak kullanır.
Sağ beyin duygusaldır!
Sol beyin, yeni fikirlere açık değildir. Koruyucu, tutucu ve savunucudur. Oysa sağ beyin farklılıklara gebedir. Deneme yanılmayla karar verir. Duygusal alanlarla ilgili olduğu için istekleri hemen olsun ister. Stratejik düşünmek yerine, taktik bulur. Arzularını ertelemekten hoşlanmaz. Hızlı karar verip harekete geçmek eğilimindedir, acelecidir.
Sol beyin eril, sağ dişildir!
 Sol beyin sayı ve rakamlarla ilgilenirken sağ beynin ilgi alanı daha çok görsel konulardan ve zevklerden oluşur. Estetik kaygılar sağ beyinde etkilidir.
Sağ beyin sevgiye göre karar verir!
Sağ beyni baskın çalışan kişiler iradelerine duygularını katarlar. Bir insanla iş yaparken ya da onun hakkında karar verirken kâr-zarar analizi yapmaktan çok, onu sevip sevmediklerini ölçü alırlar. İnsanları analiz ederken “o beni çok sever” ya da “ben onu çok severim” diyerek referanslarının duygu olduğunu belli ederler.
Sağ beyin niyete, sol beyin sürece bakar!
Sol beyinde niyet önemli değildir. Sürece ve sonuca bakar. Sağ beyin ise niyete göre hareket eder. Sol beyin hayal kurmaz ama sağ beyin hayalcidir. Yine sağ beyin sezgilere çok değer verir. Beyin görüntüleme çalışmalarında sol beynin görsel unsurlara hızlı tepki verdiği ortaya çıkmıştır. Oysa sağ beyin duygusal sayılabilecek uyarılara daha çabuk cevap vermektedir.
Sağ beyin sempatik, sol beyin empatiktir!
Sol beynin önceliği kendisindeyken, sağ beynin önceliği başkalarındadır. Oysa sol beyin, önceliğin kendisinde mi yoksa başkalarında mı olacağını, hangi şartta nasıl tercihler yapacağını iyi belirler. Sol beyin empatik düşünür. Mesela, sol beyniyle düşünen bir kimse karşısındakine yol tarif ederken, yönleri kendisine göre tarif eder. “Sola gideceksin” dediğinde bu sol taraf kendi soludur. Oysa empati yapabilen insan karşı tarafın yönünü dikkate alır.
Sol gerçekleri, sağ beyin duyguları analiz eder!
Sağ beyin pembe düşler görür. Gerçeklerden uzak hayaller kurmak onun işidir. Sol beyin ise, hayali ve sezgileri önemsemez, kullanmaz. Sağ beyin dişil özellikler barındırdığı için, sezgisel düşünmeye yatkındır ve sezgilerinde çoğunlukla haklı çıkar. Ön (sol) beyin ise sezgileri süzgeçten geçirerek kullanır. Her hissettiğini doğru kabul eden sağ beyne mukabil, ön beyin sezgilerinin doğru olup olmadığını anlamaya çalışır. Sol beyin gerçeklere, sağ beyin duygulara öncelik verir.
Sol beyinde erkeksi özellikler baskın!
Sağ beyin duygusal kararlar verdiği için, bu kararları inanarak vermek ister. Sol beyin, inanamasa da karar vermekten yanadır. Sol beyin tekil ve erildir. Yani erkeksi özellikleri baskındır. Sağ beyin ise çoğulcudur ve dişil özellikleri vardır. Sol beyin anlamaya çalışırken, sağ beyin hissetmek için uğraşır. Sol beyin karşılaştığı olaylarda çıkarı doğrultusunda tepkiler verirken, sağ beyin sempatik bir bakışıyla yaklaşır. Yani kendini hemen olaya kaptırır. Sağ beyni baskın çalışan kimse, birisi ağladığı zaman onunla beraber ağlar. Kendisinden çok başkalarını mutlu etmeye uğraşır.
Sol lobu baskın olanlar sağ lobu çalıştırmak için ne yapmalı
•Görselleşmeli, hayal kurmalı
•Örneklere bakmalı
•Karşıtları incelemeli
•Vücut dilini ve ses tonunu kullanmalı
•Çocuğun sağ beynine mesaj vermeli
•Empatik olmalı
•Vücudunu hareketlendirmeli
Sağ lobu baskın olanlar sol lobu çalıştırmak için ne yapmalı
•Notlar almalı, yazmalı
•Organize olmalı, önceliklerini belirlemeli
•Fikirleri değerlendirmeli, hedefleri belirlemeli
•Vücut dilini ve ses tonunu kontrol etmeli
•Daha mantıklı olmalı
•Karşılaştırmalı, eleştirmeli
•Sorgulayıcı olmalı, gözden geçirmeli

YENİDEN BAŞLAMAK.......

Bazen Yeniden İnşaa Etmek Gerekir!

 


Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız.
Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor.
Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor.
Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!..
O kadar odaklanmışsınız ki “onarmaya”, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz.
Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz.
Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor.
Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da gururumuzu inciten bir yöneticimiz oluyor bazen.
“Alışmaya” çalışıyoruz. İncinen yüreğimizi her gün küçük yamalarla dikiyoruz.
Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. “İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!” diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden!
Parasal anlamda risk alalım ya da almayalım; “Çevrem ne der? Yıllardır çalışıp aldığım terfilerim ne olur?” kaygılarımız, hırslarımızdan ve profesyonel (!) değerlerimizden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor.
Aynı durum,hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi?
Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen BİTİRMEK gerekmez mi?
Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?

“Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.”

Kartalların İnsana İlham Veren Yeniden Doğuşu 


Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayandır. 70 yıla kadar  yaşayan kartallar vardır, ancak bu yaşa ulaşmak için 40 yaşındayken çok  ciddi ve zor bir karar vermek zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında  pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini  sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar ve göğsüne  doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve  kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçim yapmak zorundadır:“Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.”Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürer. Bu yönde karar verirse  kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına  gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra  kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre  yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile  pençelerini yerinden söker, çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu  kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal,  kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur  yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir. Biz insanlar da sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda  kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski  alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak  zorundayız. Geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda,  deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından  tam olarak yararlanabiliriz.

PES ETMEYEN,İZ BIRAKANLARDAN ???

Başarılı İnsanların Ortak Özellikleri

“Vazgeç” diyenlere kulak asmayın. Çünkü onlar öyle yaptı..Gerçekten,yürekten istiyorsanız eğer???

Robert Sternberg
Psikoloji biliminin önemli isimlerinden Robert Sternberg, Yale Üniversitesi’ndeki ilk dersinde “C” almıştı. Ona bu notu veren psikoloji hocasından bir de şu sözleri işitmişti: “Psikolojide zaten meşhur bir Sternberg var, bir taneye daha hiç gerek yok.” Ancak o, hocasını ters köşeye yatırdı ve üniversiteden yüksek onur derecesiyle mezun oldu. Zekayı yeniden tanımlayarak triarşik zeka kuramını geliştirdi. Pek çok üniversite kürsüsünde ders vermeye devam ediyor. Ayrıca Amerikan Psikloji Derneği’nin de başkanı.
Robert Goddard
Roketlerin babası olarak anılan ünlü fizikçi Robert Goddard kontrollü sıvı yakıtlı roketlerin öncülerinden. Dünyanın ilk sıvı yakıtlı roketini 6 Mart 1926′da geliştirdi. O zamanlar roketle uzay seyahati bir hayalden ibaretti. Zamanın ötesinde düşünen ve çağdaşları tarafından anlaşılamayan Goddard’dan bugün saygıyla söz ediliyor. Ancak hayatı boyunca çalışmaları bilim adamları tarafından reddedilerek saçma ve hayat geçirilmesi imkansız olarak değerlendirilmişti.
Marilyn Monroe
Mutsuz ve yalnız geçen bir çocukluktan sonra ilk gençlik yıllarında başvurduğu modellik ajansları kendisinden model değil olsa olsa sekreter olacağını söylediler. Oysa kulaklarını tıkadı ve inatla ilerledi. Belki yine mutlu olamadı ve genç yaşta hayata veda etti ama kendisine burun kıvıranlara inat bugün hâlâ unutulmaz ve eşsiz bir sinema yıldızı olarak parlamaya devam ediyor.
Soichiro Honda
Milyar dolarlık şirket Honda, üst üste gelen başarısızlıklar sonrasında kendi şansını yaratarak zirveye ulaşanlardan.Soichiro Honda, okul yıllarında küçük atölyesinde geliştirdiği piston ringlerini Toyota’ya sunmuştu. Ancak bunların Toyota standartlarına uymadığı söylenip kendisine kapı gösterilince işsiz kalan Honda daha da hırslandı. Çevresindekiler kendisine gülüp tasarımlarının çok saçma olduğunu söyleseler de o asla umudunu yitirmedi. Evinde scooter üretmeye başlayarak Honda’nın tohumlarını attı ve kendi işinin patronu olmayı seçti.
Harland David Sanders
Bugün dünyanın her yerinde mağazası olan, nefis kızarmış tavuğun adresi Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Sanders, başlangıçta ürününü satma konusunda tam anlamıyla çuvallamıştı. Meşhur ama gizli tavuk formülü nihayet bir restoran tarafından kabul edilinceye dek tam 1,009 kez reddedilmişti. Evet, yanlış duymadınız. Sayması bile zor!
The Beatles
Dağılmalarının üzerinden yıllar geçse de bu grup bitmeyen bir popülarite ve büyüye sahip. Bunu kim inkar edebilir? İlk albümlerini yaptıkları sırada başvurdukları yapım şirketi aynen şöyle demişti: “Müziklerini beğenmedik, gitar tekniği olması gerektiği gibi değil!” Ancak dünyanın geri kalanı onlarla aynı fikirde değildi.
Stephen King
İlk korku romanı Carrie, 30 yayınevi tarafından geri çevrilmişti. Sonunda pes edip kitap taslağını çöpe attı. Çok şükür ki eşi taslağı çöpten aldı ve kocasını son bir kez daha denemesi için cesaretlendirdi. Ve biz, muhteşem korku romanlarının best-seller yazarı Stephen King’i kazanmış olduk. Teşekkürler Bayan King!
Jeanne Moreau
Fransız aktris, film endüstrisine ilk girdiği yıllarda bir yönetmen kendisine sinema için yeterince güzel olmadığını ve bu işi bırakmasını söylemişti. Ancak Moreau, ona kulak asmadı. İyi ki öyle yapmış; çünkü oynadığı 100’den fazla filmden pek çok ödül kazandı.

YA HATA YAPARSAM SORUSU KORKULU RÜYANIZ MI?????

Her Başarının Arkasında Bir Hata Vardır!

 

Hata yapan personele nasıl davranmalı? İşine son vermek, cezalandırmak… Ya da hatalardan ders almasını sağlamak… İşte size 5 milyon dolarlık hata yapan yöneticinin hikayesi…
Basketbol maçı izlediyseniz mutlaka dikkatinizi çekmiştir, serbest atışlarda oyuncu ister sayıyı atsın, ister atamasın, isterse de çembere bile değdiremesin, en yakınındaki oyuncular ona yaklaşır ve elleriyle eline dokunup güç verir, enerji verir.. Atamadıysa da ‘Olsun aslanım!’dır o dokunmanın anlamı, ‘Canın sağolsun’dur, ‘Sen yaparsın, sana güveniyoruz’dur.
Hata yapmayan insan muhtemelen hiçbir şey yapmıyordur, riske girmiyordur, denemiyordur, zorlamıyordur. Girişimciliğin eski dilde neydi adı? Müteşebbislik.. Müteşebbislik nereden geliyordu? Teşebbüs etmekten.. Yani zannetmeyin ki başarılı insanlar her denediğini tutturan insanlardır. Başarılı insanların her bir gününün, her bir kararının, her başarısının, her zaferinin altında yüzlerce başarısızlık ve hata yatıyor.
Dünyanın en büyük bilişim devlerinden birinin Başkan Yardımcısı bir karar ile tam 5 milyon USD’lik bir zarara yol açmış, bu ortaya çıktığında ise hemen gidip o meşhur “kovulma kolisine” eşyalarını doldurmaya başlamış. Başkan, odasına girdiğinde onu hazırlanırken bulunca sormuş.
- Hayırdır, neyin hazırlığı bu?
- Efendim bu hata affedilir gibi değil, kararınızı tahmin edebiliyorum.
Başkan, yardımcısına eğilmiş, gözlerinin içine bakmış ve sormuş?
- Baksana benim gözümün içine, sence ben 5 milyon USD’lik hata gibi bir tecrübesi olan bir başkan yardımcısını kaybedecek kadar aptal mıyım?
Hatalara tahammülü olanlar bile büyük bir yanılgı içinde. Hata durumlarına, “Anlayış gösteriyoruz, ne yapalım, oldu bir kere, olabilir insanlık hali diyoruz” diyor. YANLIŞ!
Hata, oldu bir kere denmesi gereken değil, olması gereken bir durum. Hatadan daha iyi bir öğretmenle hiçbir okulda, daha iyi bir eğitim müdürü ile de hiçbir şirkette tanışmadım. Hata korkusunun da insanları olumsuz motive ettiğini unutmayın, hata yaparım korkusuyla denemeyen bir ekibiniz varsa, işte o zaman korkun!